Kamera; Güven
İLK KADIN (LUCY)
Küçük kızım Doğa
Irmağın tavsiyesiyle izlediğim film Lucy. Bir buçuk saatlik zaman diliminde,
bilim ve bilim kurgunun dokunuşları, görselliği, düş ile gerçek arasındaki
tünellere davet edişinin şaşkınlığı, dikkatiyle irdeledim.
Sinema ilimi
sayfalar dolusu düşüncelerini birkaç saate özetleyen çok önemli sanat dalı. İlk
kadın sayılan Dişi bir maymun, insanın ilk atası olduğu tahmin edilen Lucy ile
başlayan yolculuk aklımızı zorlayacak kadar ileri gidiyor.
Bilim insanlarına
göre zorlanan aklımız; yani bugün için beynimizin % 10 gibi kısmını
kullanıyoruz. Bu film, beynimizin % 20, % 30 derken % 100 kullanıma geçince
nelerin olabileceğini; insan tarafımızın nasıl değişip organizmanın; yani
hücrelerin ölümsüzlüğe yol aldığını; bu ölümsüzlüğü bugünkü hislerimizle
anlamamızın imkânı olmadığını da anlamaya çalıştım.
Bilimin ışığında
tahminlere göre dünyadaki yaşam 1 milyar yıl önce başladı. 4,5 milyar yaşında
olan dünyamızın yaşama hazırlanışı bile ne büyük zaman içerinde gerçekleşmiş.
Bütün bunlar, insanlar; bizler için ne kadar uzak, inanılmaz ve derin bilgiler.
Bu film bilim kurgu
aşamasında olmasına rağmen, değişen teknolojik, ilerleyen insan göz önünde
bulundurulduğunda, sezgilerinizi de yanınıza alınca, yarınların bu görüntülerde
olabilme ihtimalini anlamaya çalıştım.
Yeryüzünün işleyişi
ve insanın hiç durmayan merakı, araştırmaları filmde sıklıkla üzerinde durulan
“ zaman kazanma” bilmecesini çok iyi çözüyor. Zaman kazanan insanın iki amacı
üzerinde duruluyor;
1-Ölümsüz olmak
2-Çoğalmak
Şu an yaptığımız
şey, tam da budur; çoğalmak… Durmadan kendi genlerimizi çocuklarımıza aktarmak!
Farkında olalım veya olmayalım; yaptığımız şey budur… Bilim insanları ise, bir
an önce daha fazla yaşam, daha uzun ömür üzerine hiç durmadan çalışıyorlar. Çok
yakın gelecekte insan ömrü 140–150 yıl…
Yarınlar; gelecek,
bilim kurgu olmaktan çıkacağı bellidir. İnsanın kazandığı zaman aralığında bir
an önce ölümsüzlüğe koştuğu, bütün rüyalar bunun üzerine olduğu; bitmeyen insan
savaşlarında, doymayan insan davranışlarında çözülmeye çalışılmalı!
Bir nöron ile
yaşamın, iki nöron ile hareketin başladığı 1 milyarlık serüven son yüzyılda
akılları zorlayacak kadar hızlandı. Daha nelere tanıklık edeceğiz; neleri
anlamadan göçüp gideceğiz; zamanın akışıyla birlikte izleyeceğiz…
İnsan mucizesi,
insanın anatomisi incelendikçe ortaya çıkıyor. Bugünkü sinir hücrelerine bile
400 bin yılda sahip olduğumuz düşünülünce, alınan yolun, hücrelerimizin
sabrının büyüklüğünü düşünmekte zorlanıyorum.
Her insanda bulunan
100 milyar nöron olduğunu düşününce, bilim insanlarının söylemesi; “
galaksideki yıldızlardan daha fazla bağlantı, kendi vücudumuzda var.” Ne büyük
mucize; görkem…
Lcuy filmin sonuna
geldiğimde ciddi bir şaşkınlık yaşasam da, bilimin, hücrelerimizin alacağı yola
saygı duymakla beraber; şu anki insan halime minnet duydum. Beynimin ister % 5,
ister % 10 civarını kullanayım; normal insan yürüyüşü içinde, hücrelerimle
dünyevi ölümsüzlük üzerine bir kargaşa yaşamadan, rüzgârı, güneşi, dağları,
tepeleri, insan, hayvan seslerini bilip, duymanın ayrıcalığını, sıcaklığını;
beyin kapasitem artıkça insan hislerimizden da ayrılacağımızın ayrılmamış haliyle;
bedenime, bedenimi saran ruhuma teşekkür ettim.
Film sonunda iki
sanatçıyı düşündüm. Birisi şarkılarıyla, besteleriyle, davranışlarıyla dünya
sanatına önemli bir miras bıraktı. Michael Jaekson.
Diğeri ise ülkemizin
yazarı olmaktan öte o da dünya yazarları arasına taht kurmuş birisi. Yaşar
Kemal.
İki sanat insanı
arasında ve filmin beynime aktardığı değişim, bilim kurgu dokunuşlarıyla
yaklaştım. Birisi sımsıcak. Diğeri ulaşılmaz kadar uzak ve soğuk. Birisi
sürekli kendisi kalmayı başarmış. Diğeri kendisin olmaktan sürekli kaçmış.
Birisi derisini, ırkını değiştirmekle korkunç girdaba düşmüşken, diğeri
yaşadığı topraklara, milletine, insan paylaşımına, vefasına her türlü
hilebazların, hokkabazların gülen yüzlerine sadece sanatıyla alkış vermiş;
kendi ruhunu, bedenini daha da bu topraklara; Anadolu’ya kök salmış…
Yaşar Kemal; bizi biz
yapan insan erdeminin sımsıcak kişisi. Hırsını, kinini, öfkesini edebiyatın
nezaketi, sevgisi, birleştiriciliğiyle sulamış.
Öğrenme, merak,
şaşkınlık ve sezgisel analiz var olduğumuz anı, özgünlüğü, doğallığı, sadeliği,
edebi ve felsefi düşüncenin en insan, en evrensel halini çok iyi hatırlatıyor.
Bu hatırlayış sayesinde, güne, geceye, sevdiklerinize sımsıkı sarılıyorsunuz;
büsbütün doğa, doğallık oluyorsunuz; Lucy filminin kahramanının aradığı
ölümsüzlüğün bir başka şekli; her yerde oluyor insan; aklının % 10’nu
kullanırken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder