İSTANBUL
Bazen düşünce denizinde arar
bulamazken kendinizi, küçük bir derenin
içinde görünen kendinize gülümseyerek
bakarsınız. Size benzer, kesildi kesilecek
şırıltısı; yağmurlara, dağlardaki karlara
muhtaçlık içinde yalvaran bir gururla
akar akar...
GERİ DÖN
Bir çağrı, yalvarma,
sesleniş belki de bir nasihattir ,”geri dön” sözcükleri. Hangisi olursa olsun,
içinde taşıdığı alışkanlığı, saygıyı ve sevgiyi de anlatıyor,”geri dön”
çağrısı.
Yüksek gururun kök
saldığı, övgülerin nasırlaşan sertleştiği, zarafetin yok sayıldığı bu
diyarlarda iş işten geçmeden “geri dön” çağrısına kulak asan çok az insan
vardır. Mezar taşlarına ağlanır, ağıt yakılır da, bir türlü yaşam içinde soluk
alırken o canlının büyük keyfine keyif katmak için uğraşılmaz. Her şey geçtikten
sonra; “ iyi insandı, hoş kadındı” gibi vicdan törpülenmesine zavallı insanın
garip mırıltılarını dinleriz.
Belki bir hikâyede,
şiirde veya bir dost ortamında işitilir o ses; “GERİ DÖN” Belki, bize olan
ihtiyacı anlatır… Veya kaybettiğimiz ruhumuza aç olan sarhoş bedenimizi
toparlamamız için bir dost uyarısıdır. Bir sevgilinin erdemli son seslenişi de
olabilir. İş ortağımızın altın değerinde bir uyarısı, anamızın evladına
susamışlığı, babamızın sert vicdanının duygu seline kapılmışlığını da anlatıyor
olabilir…
Masamın üzerindeki
kitabı alıp yıllanmış sayfalarını çevirmeye başladım. Basılalı sekiz yıl olmuş
ama içine konuk ettiği kahramanların ruhları yüz yaşını bulmuş. Solmaz
Kamuran’ın Çanakkale Rüzgârı geçmişimiz ile yüzleşmenin büyük hüznünü de
anlatır bize. Cehaletin, kurnazlığın vicdan ve adaletten yoksun kaldığı zaman
olacakları da anlatır. Evrenin insanlığa acımak yerine insanlığı alabildiğine
serbest bırakıp bu büyük komedinin sessizce tanıklığını da yaptığının büyük
delilidir aynı zamanda yaşanan büyük olaylar.
İhtiyar bir adam
seslenir, aşkın yoğunluğu içinde kıvranan, terkedilmişliğin büzülmesini yaşayan
kadına;
“ O kadar tecrübem ve bilgim yok. Hayat konusunda bir
amatörüm ben. Ama yine de söylüyorum, geri dön.”
Kadın, bakar ama görmez, algılamaz bir şekilde cevap verir;
“ Halim yok. Direncim, enerjim yok. Yapamam!”
İlim dünyası doğanın
insana akan enerjileriyle de meşgul olur; güneş, yağmur, toprak, ağaç, çiçek,
arı, solucan, rüzgâr hep insana doğru akar. İnsana enerji, direnç ve öğreti
taşırlar. Ya insanın insanlığa bıraktığı miraslara ne demeli? Şiirlere,
romanlara, resimlere, öykülere, masallara, fıkralara, efsanelere, destanlara ne
demeli? Hepsi insanın yorgun düştüğü zamana adanmıştır.
İnsanı tam anlamıyla
yok edecek yine insanın kendisidir. Pes etmişliği yok edecek bir ilaç, aşı
yoktur. Var olan enerjiyi davet etmeyen ruhu kalkındıracak yine insanın
milyarlık hücreleridir.
Geri dön, çağrıları
her zaman bildik lisanla yapılmaz. Bazen bir tarla kuşu çağırır sizi. Kimi
Ganos, Çanakkale, Meriç bülbülleri inanılmaz bir yaşam sebebinin ulvi
seslenişiyle çağırılar yaşamın içine; merkezine. Gelincik çiçeği bütün
kırmızılığı, yüksek dikkat çekişiyle, geri dön çağrısı yapıyordur, bitmişliğin
nefessiz kalan canlısına. Ya Ağustos Böcekleri; onlar da milyonluk türküyü,
geri dön, çağrısı üzerine yapmazlar mı? Kısacak ömürleriyle her yıl geri dönen
diğer canlılar gibi; leylekler, kırlangıçlar, sığırcık kuşları, turnalar hep
geri dön, çağrısına kulak verip yaşama, sonsuza, adanmış muhteşem gösterinin
oyuncularıdır aynı zamanda.
Sebeplerimiz ne
olursa olsun; maddi ve manevi kayıplarımız bir dünya büyüklüğünde olsa bile,
GERİ DÖNMEK güzel şey. İnsan dünyanın yüklerini ağır bulan insan, evrenin bir
parçası olduğunu hep unutur. Bedeninde ve ruhunda taşıdığı parçalar evrenin çok
değerli eseridir aslında.
Bize yönelik bütün
çağrılar dursa bile, kulağımıza evrenin o güzel, ölümsüz sesi bir şeyler
fısıldar; geri dön, fark et kendini ve hayatını sürdür, diğer hayatların büyük
gösterisine katkı veren bir oyuncu, yönetmen, izleyici gibi; gülümse alkışları
var edenlerin emekleri aşkına.