7 Nisan 2025 Pazartesi

TELEFONUN UCUNDAKİ SES: ÖKSEL DEMİR

 

TEKİRDAĞ ESKİ LİMAN 2019

İNTERNET

                             TELEFONUN UCUNDAKİ SES: ÖKSEL DEMİR

                           

( Ses Tiyatrosu )

   Sanıyorum bir ay önceydi; eski İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Altaş atölyeye uğradı. Her zamanki üretme heyecanı ve merakı içinde konuştuk. Mehmet Altaş yıllardır biriktirdiği deneyimleri yaşadığı kente fayda olsun diye, hiç karşılık beklemeden sunmak isteyenlerin en başında geliyor.

   Konumuz şehrimizin kültürel ve sosyal yaşamı üzerineydi. Şehrimizin kültürel yaşamı, sanat yönü açıldığında Öksel Demir’i anmadan kimse geçemez. Geçersek şehir kültürü adına çok önemli eksikler kalır.

  Mehmet Altaş da Öksel Demir’in şiirlerinden, kitaplarından söz edince Öksel Demir sevgi ve saygısını dile getirdi. Artık bana gelemediği üzerine hüznümü aktardım. Önceki yıllarda atölyeye geldiğini, muhabbetine doymadığımı aktardım. O heyecan içinde Mehmet Altaş derhal telefona sarıldı. Telefon uzun uzun çaldıktan sonra Öksel Demir’in sesi:

—Aloo…(Sesinde eski heyecan yok…)Mehmet Altaş birkaç söz konuştuktan sonra ; “ Güven Serin’in yanındayım.” Diyerek telefonu bana verdi. Öksel Demir bu, söz sanatıyla şehir kültürünü bir ömür yoğurmuş, defalarca atölyeme gelmiş, tok sesiyle dolu dolu sohbetlerin demini bırakmış eğitimci yazar ve şair. Ne zaman olsa benimle konuşurken:

—Güven-cim diye başlayan sesin tonu iki insanın yoldaşlığını da pekiştirecek derece kuvvetlidir… Mehmet Altaş telefonu bana verip kendimi tanıttığımda Öksel Demir belki de uzun yorgunluk zamanlarının bir yükü, sanki uzun zaman önce tanıdığı birisiyle değil, yeni tanıştığı bir insanla, bir yabancıyla konuşuyor gibiydi.

   Bilirsiniz, alışık olduğunuz bakış, sesleniş biçimi yazı sanatı içinde mayalananlar için fazlasıyla önemlidir. Durumu idare etmek adına, Öksel Demir’i fazla da yormamak için çok kısa bir soru:

—Şiir çalışmaları nasıl gidiyor Öksel Bey? Yeni çalışmalar var mı? Sorularına sığındım ve aldığım yanıt çok netti:

—O defterleri kapattık artık… Öksel Demir’den duymak istemeyeceğim, onun şehir kültürüne, Tekirdağ’a hep şiir, hep hikâye yazmasını isteyenlerin başında olduğum için; garip bir hüzün yaşadım.

   Eve geldiğimde, geceyle birlikte üzerime çöken günün hüznü, yan tarafta duran Öksel Demir’e ait şiir kitabı tek tesellim oldu. Tanığı Hüzündür Sonbaharın eserini hemen elime aldım. Kitap fotoğrafı deniz kıyısında kayıkların olduğu yerde bir viran ev ve bir de yaşlı bir ağaç resmiyle yaşamın bildik bütün hallerini anlatıyor gibiydi…

   İstem dışı, olarak daha önceleri birkaç kez okuduğum kitabın son sayfasını açtım.52.sayfa ve içinde yıllar önce koymuş olduğum bir tiyatro bileti duruyor. Tam da hüznümün efkârımın en yüksek olduğu zamanda kitabın son sayfasındaki tiyatro biletini elime aldım.2015 yılında gitmiş olduğum, Halep Pasajı’nda bulunan eski tiyatrolarımızdan birisi, Ses Tiyatrosu biletiydi. Oyun, müzikal kabereydi.

   Daha öncesi hiç bu kadar dikkatle incelememiştim bileti. Hatıra olarak hangi tiyatro opera ve müze bileti olursa olsun onların kitap sayfalarında saklama-biriktirme huyum olduğu için, bir kez daha efkârlı bir sevinç içinde bileti incelemeye başladım.

   Ferhan Şensoy’un ölümünden 5,5 yıl öncesiydi. Ferhan Şensoy’un kızlarının yazıp yönettiği Peradaki Hayalet isimli oyundu. Ses Tiyatrosu’nda ilk kez tiyatro oyunu izlediğim geceyi olduğu gibi tüm çıplaklığı ile hatırlıyorum. Tiyatro’nun loca bilet fiyatları daha ucuz olduğu için üst loca bileti almıştım. Sahneyi çaprazdan gören bir yedeydi. Ama en önemlisi bu locanın ismi Haldun Taner’di.

   Tiyatronun konusu ise ÜNLÜ olmak için çabalayan, hatta kafayı bozmak üzere olan gençleri anlatıyordu. Ama o akşamdan bir başka anı yaşadım. Ferhan Şensoy sahneye yakın bana çapraz kalan locada yalnız başına tiyatroyu izliyordu. Loş locaya yayılan baba ve kızlarının sanatçı-insani duygularını anlamaya çalıştım. Bir taraftan da yaşamın, sanatçı sorumluluğunun üzerine binmiş olan yükünün ağır sarhoşluğu da üzerindeydi…

   Elimde tuttuğum bileti yine yerine, Öksel Demir’in şiir kitabının son sayfasına koydum. Son sayfadaki şiiri tekrarladım; şairin şiirini yeni görün, sanatçıyı yeni keşfeden, sanki şairi adım adım takip eden bir dostun heyecanıyla;

 “ Unutmak yontulu heykel

  Kadındır, bir kadındır Asur yazıtlarından beri Meryem.

  Bir kadındır,

  Yaslanmış en olumlu yönüyle pazarlıklara

     Nasılda güzeldir mutlu ırağı

   Nasılda güzeldir sabahçıl bacakları,

    Kadındır, bir kadın Asur yazıtlarından beri Meryem.

   Sabahları unutmak soyunur yorgun ellerine

   Ellerinde akşamlar karanlıklara soyunur…”

Güven SERİN 

 

 

 



5 Nisan 2025 Cumartesi

MİZAH SADECE GÜLDÜRMEZ,DÜŞÜNDÜRÜR DE

 

İNTERNET

                MİZAH, SADECE GÜLDÜRMEZ, DÜŞÜNDÜRÜR DE!

    Mizah yazarlarının yüzlerinin ciddi olması çoğu insanı şaşırtıyor olabilir. Onlara; “ Mizah yazarısınız ama yüzünüz hiç gülmüyor” derseniz, Aziz Nesin, Ahmet Zeki Yeşil gibi diyebilirler; “ Ben komedyen değil,mizah yazarıyım”

   Bu sözlerden sonra aklınız, varsa mizah anlayışınız veya her güldüğünüz şeyi mizah sanan görgünüzü epey sallayabilir… Fransa’ya göre Osmanlı’da ilk çıkarılan mizah dergisi, tam olarak 246 yıl sonra kültür hayatımızda yerine almıştır. Matbaa da, icadından 234 yıl sonra ülkemizde yerini almıştır.

   Uygar dünya ile aramızdaki engeller, çok fazla yaşamayan Tophane sırtlarında Takiyüddin Rasathanesi kurulmuş ancak üç yıl gibi kısa bir süre yaşatılmış, sonra da top atışına tutulup yok edilmiştir.

   Mizahın girmediği veya çok sonra girdiği toprakların öfkesi bir türlü dinmediği gibi, Şekpsir oyunlarını geride bırakacak trajedileri de bir türlü son bulmuyor; bulmayacak gibi görünüyor.

  Namık Kemal ime Teodor Kasap bir araya gelip 246 yıllık bir gecikmeden sonra kurdukları ilk mizah dergisinin adı; DİYOJEN olmuştur.

   Hani çok esaslı bir filozof olan, günümüzden binlerce yıl da hep eksiği çekilen, gündüz elinde fenerle dolaşıp “ İnsan arıyorum” diyen efsanenin ismi ilk mizah dergimize verilmiştir.

  DİYOJEN dergisinin başlığının hemen altında, mizah kabiliyeti çok mükemmel olan Ali Bey’in sürekli paylaştığı unutulmaz o mısra, cümle; “ GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEM…”

  Bu söz-cümle hemen akla, o büyük filozof Diyojen ile onu ziyaret eden Büyük İskender’i akla getiriyor. Kimsenin önünde baş eğmeyen ve onu güç, mülkiyet teklif edilen Diyojen’in verdiği cevap tam da budur; “ Gölge etme; yeter…”

  Aradan geçen yüzlerce, binlerce yıl aradan sonra aynı söz geçerliliğini koruyorsa; mizahın bir başyapıtı hainle gelmiş olmasından, hiçbir zaman eskimeyecek oluşundan kaynaklanmıyor mu?

   Sırf bu yüzden Aziz Nesin’in de yüzü hiç gülmezdi. Ama yazdıkları o ciddi öyküler, düşündürürken bile gülümsetirdi insanı. Şimdi düşünüyorum da o gülümsemeler en ufak bir şımarıklık, ucuzluk içermez, tam dersi olgunlaşan kozası içinde dönüşüm geçiren bir canlının sancılı, bir o kadar da insani öğreti ve öğrenme içindeki gülümseme fısıltılarıdır.

   Bu yüzden Aziz Nesin de, Diyojen gibi tarihi bir söz, felsefe benimsemiş; “ Benim mizahım evcil değildir” sözleri, tam manasıyla laf ola beri gele, çok ucuz, hiçbir anlam taşımayan mizah anlayışını değil, az ve öz ama kalıcı, onun izah ettiği gibi bir ANAHTAR rolü üslenmesi gerekir…

   Diyojin bu topraklarda yaşadı. Nasrettin Hoca, Karagöz ve Hacıvad da bu topraklarda doğdu-yeşerdi…

   Günümüzden 150 yıl önce çıkan DİYOJEN isimli derginin; “ Yerine getirilmesi mümkün olmayan şeyler” diye bir sütunu vardı. Bakalım neymiş yerine getirilmeyen şeyler bir görelim;

 “İnsanın kendini beğenmemesi

Bugün git, yarın gel demeyen memurun terfi etmesi

Pastırma-sucukların sadece dana-koyun etlerinden yapılması

Asayiş berkemaldır, diyen valilerin evi soyulmaması “

   Mizahın gücünü görüyorsunuz ya, yaşlanmaz ve inatçıdır.2400,3000 veya 150 yıl önce yapılmış, yazılmış olsun; öncü bir rol içinde daima sığınacak bir yuva, en karanlık zamanlarda bir kalkan gibi hem ruhumuzu, hem de aziz bedenimizi koruyacak bir ana felsefe-karakter biçimi…

Güven SERİN 

 

  

 

  


3 Nisan 2025 Perşembe

PAŞAKÖY İPSALA'NIN İZ BIRAKAN MEKANLARI

 


Kamera; Onur


Kamera , Şerif

                                   PAŞAKÖY’ÜN İZ BIRAKMIŞ MEKÂNLARI

          ( Fırın 81 )

  Neredeyse ülkemizin en batı ucunda bulunan Paşaköy İpsala diyarlarının iz bırakan mekânları ve isimleri anmak ve o hatıraların ölmediği, tam aksine insan denen canlının sevgiyle, disiplinle, istikrarla neler yapacağının da yaşama sızan, hatta süzülen en güzel gıdalarını bilmek gerektiğine inanırım.

 İpsala Paşaköy’de 1981 yılında kurulan fırını, yani o dönemin, yörenin destansı mekânından söz edeceksek; iki ismi de anmamız, hatta önlerinde SAYGIYLA eğilmemiz gerekir…

  Ahmet SERİN ve Muhiddin EĞERCİOĞLU… Hani şairin, Yahya Kemal Beyatlı’nın “ Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” diyerek başladığı şiirin ruha duygulara yansıyan, en azından bende sakladığım FIRIN–81 mekânı ve isimlerinin hatıralarını anacaksam, duyuracaksam ancak böyle haykırmam gerekir…

  Muhiddin Eğercioğlu ekmeğin dilinden çok iyi anlardı. Çıraklığı, kalfalığı yaşadıktan sonra her usta olan insanların yeteneği-hüneri vardı kendisinde. Kolay kızmayan, süslü söz ve şık giyinmeden çok öte olduğu gibi ve göründüğü gibi yaşayan bir PAŞAKÖY insanı ve değeridir… Rahmet ile anıyor, hatırlıyor ve paylaşıyorum…

   Ahmet Serin’i yani Fırın-81’in iki ortağından birisi olan ismi soracak olursanız; ilkokulu bitirmiş ama birçok üniversite mezununa matematik dersi verecek bir dehaya sahip, farklı imkânlarda, zamanlarda yaşamış olsaydı, ülkenin istihdamına, üretime çok önemli katkılar verecek bir irade, zihin yapısıdır…

   Fırın–81 kurulmuş olduğu zamanlarda köylerin köy, kasabaların kasaba olduğu en güzel şenliklerin olduğu, bayramların çocuk neşesi olarak bilinip kutlandığı tohumları halen bizlerin bedenlerinde yaşayan Paşaköy anılarıdır…

   Fırın-81’in yazısını Paşaköy insanı olmayan ama Paşaköy insanlarının çoktan gönlünü kazanmış İlkokul ve Ortaokul öğrencilerinin de çok sevdiği okul hizmetlisi Ahmet ZEHİR’DİR. Aynı zamanda Erkin Koray sevdalısı, zehir gibi neşeli, zeki ve yetenekli bir insan…

   FIRIN–81 öyle bir isim yaptı ve öyle bir koşuya çıktı ki, kendi çapında köyde kurulmuş diğer örnek yapılarla yarışır hale geldi. Fırın–81 den birkaç yıl önce yola koyulmuş bir başka başarılı kurum ise Paşaköy Kalkınma Kooperatifi idi. O’nun da tabela yazısını Ahmet Zehir yazdı. Öyle büyük ve uzun ki Köy-Koop. Binasının duvarına yazılması günlerce sürdü.

   Fırın–81 bugünün şehir fırınlarıyla yarışacak, hatta birçok fırından daha öne çıkmış bir mekândı. Kürekte Muhiddin EĞERCİOĞLU ve beyin-yönetim takımında Ahmet SERİN, çok kısa zamanda bir fırının-işletmenin çıkabileceği en yüksek noktaya çıkmışlardı. Üç vardiya çalışılıyor, on beş kişiye yakın insan istihdam ediliyordu.

  İpsala’ya, Keşan’a, Karpuzlu’ya birçok yere ekmek yetiştirilemez hale gelinmiş, köyden geçen yabancılar Fırın-81’in yanında durup ekmek almadan geçmez olmuşlardı…

  Üretime katkı yapan çok değerli isimler vardı. Çiçek lakabı olan bir başka usta; Nurettin ÇİÇEK, bir insanın yakalayabileceği en güzel tavazzuh sahibi, çalışkan, disiplinli bir ustaydı… 

   Bir başka usta her gün İpsala’dan gelirdi. Erdoğan Usta, üzerinde kullanmış olduğu yalnız onun geldiğini parfümünden anlar, kokulara verdiği önem kadar ustalığı, şık giyinişiyle de öne çıkan bir hünerli kişiydi…

   Boşnak Hikmet, gülüşü ve isyanlarıyla ünlü olduğu kadar, şakalarıyla, çocuk sevgisiyle de öne çıkan, Fırın-81’in isminin dönüşümüne Keşan’dan gelip katkı veren bir başka değerimizdi…

  Fırın-81’in öncüsü olan iki değeri; Muhiddin EĞERCİOĞLU ve Ahmet SERİN’İ bir değil onlarca yazıda ansam, kendi adıma; “Yetmez” derim… Bu markaya, Paşaköy’ün iz bırakmış mekânına onlarca insanımızın hakkı, faydası geçmiştir. Recep Özdemir’den, Şerif Bilir’den, Metin Çakmak’tan, Ali Osman Bey’den, Hatice Eğercioğlu’ndan söz etmeden geçemem…

  Muhiddin Eğercioğlu’nin annesi olan Hatice abla, bir yerde o mekânda çalışan herkesin annesi, ablası gibiydi. Bir Hızır gibi her kişinin sorununa dokunur, yetişir ve çözüm arardı…

  Bir çocuk vardı fırının kasasında çalışan. Sıcak ekmekler çıkınca onları dolaplara dize dize, elleri çizik, kesik ve pişik içinde bir haylaz çocuk… Bir gün çok sevdiği ustalardan Çiçek Nurettin ustaya; “ Usta, son attığın ekmeklerin üzerine harfler yazar mısın?” Usta gülümsedi ve harflerin bir çocuk için önemini kavradı ve fırına pişmeye atmadan önce son ekmeklerin üzerlerine harfler yazdı…

   Bu mekânda neler yazılmadı ki? Mektuplar, harflerin söze, sözlerin destansı sevince dönüştüğü zamanların saf halleriydi…

   Bayram ziyareti, dost ve akraba ziyareti olarak gitmiş olduğum Paşaköy’de, Fırın -81 in beyni olan Ahmet Serin’i, sevgili yengemiz Sevdiye Serin’i ziyaret ettim. Aynı hüner, bütün hüzünlerin yaşandığı zamanlarda bile bahçelerine, ektiklerine, ürettiklerine yansımıştı.

   Sütannemi, Ali amcamı ziyaret ettim. Artık iki tane kalan kıraathanelerden birine gidip büyük diyarın geçmişiyle geleceğine köprü olan insanlarıyla selamlaşıp bayramlaştık…

  Arkadaşım Şerif Bilir, amcaoğlu Yılmaz Serin, yıllardır görmediğim Alâeddin Bilir, Paşaköy Muhtarı Şaban Bilir, Zekeriya Yaşa, Şecaattin Can,İbrahim Enişte, Mehmet Ağabey, Rıza Duran, Çağlar Duran, Hüseyin Ergin, Hasan Kaya ve daha birçok Paşaköy insanıyla selamlaşma onurunu, hasta bir insanın ilaca kavuşması gibi kavuşarak yaşadım…

 Güven SERİN 


 

 

 

  





2 Nisan 2025 Çarşamba

MAKİNİST ALİ'NİN OĞLU SEDAT ERKEN

 


                         MAKİNİST ALİ’NİN OĞLU SEDAT ERKEN

    Keşan İpsala Edirne bölgesinde zamanında en çok tanınan insanlardan birisiydi Makinist Ali. Çağrıldığı yere gider ve işini bitirmeden, arızalı motoru, makineleri onarmadan, günler sürse de oradan ayrılmazdı…

    Makinist Ali’yi oğlu Sedat Erken’den dinledim. Dinledikçe bir usta disiplini içinde yetişen oğlu Sedat Erken’in de aynı disiplin içinde, o mahalleden diğerine, o caddeden diğerine gazete dağıtmada hünerlerini, gönüllü fedakârlığını gösteren bir insan tanıdım.

   Neredeyse Habertrak Gaztesi’nin ilk kuruluş zamanlarından beri yazıyorum. Bir yerde tüm zamanlara adanmış bir hissiyat içinde, geçmiş ile bugüne, bugün ile yarınlara edebi raylar üzerinde ıslığını çalan, düdüğünü öttüren bir kara tren gibi yoluma gidiyorum.

   Gazete dünyasına uzak olanlar her şeyi ballı ekmek görebilirler. Oysa günlük gazetelerin yükleri ve zorlukları, heyecanlarına, coşkularına eşittir. Her şeyin ateş pahası olduğu, bir bir esnafların direncini yitirdiği bu zamanlarda Habertrak’ın kalbi atıyorsa, sahibinin ( Cenap Kürümoğlu)  özverisi kadar çalışanlarının da canla-başla çalışmalarının da elleri sıkılası, önlerinde eğilesi emekleri vardır…

   Bugün anlatmaya çalışacağım kişi Sedat Bey; Sedat Erken’dir. Tekirdağ esnafının, çarşı sakinlerinin yakından tanıdığı, sabah başlayan gazete dağıtma mücadelesi, bir yerde sevdası, akşama kadar, bin bir türlü ter ve gayretle sürer gider…

   Çoğu zaman atölyeme gazeteyi bırakırken:

—Bir çay içer miyiz? Dediğimde:

—Vaktim çok az Güven Bey; filanca yere gazeteleri yetiştirmem lazım! Der ve geldiği gibi o büyük, o devasa yüküyle gider.

    Sedat Erken için gazete dağıtıcılığı yalnızca bir iş olmaktan çok ötedir. O bir sahne kurulmuşsa, orada bir oyun seyirciyle buluşacaksa, sahnenin her şeyi gibidir. Dışarısı ile içerisi arasında bir bağ, bir yoldaş, bir kültür elçisi gibi; gazeteden mahallelere, mahallerden cadde ve sokaklara; şehrin her yerine; adeta bir ışık gibi süzülür…

   Sedat Erken’i yıllardır tanıyorum. Anlattığı Makinist Ali’nin çevresinde kazandığı o büyük saygınlık, yaşadığı onur neyse, kendi çevresinde bir gün dahi, ait olduğu sorumluluk anlayışından bir gram dahi sapmamış bir felsefe insanıdır.

     Düşünceleri çok berraktır! Hani kirli sularda yaşayamayan alabalıklar gibi, onun felsefesi ve vicdanı neredeyse aynı tartıyı yaparlar. Adil olmanın, şefkatli olmanın, gerektiğinde sokakta, caddede gördüğü yeşil bir ağacın davasını da tartan, takip eden savunan bir adalet anlayışı-yolculuğu içindedir…

  Şehrimizde Sedat Erken gibi kim bilir kaç bin insan var. Henüz zenginliklerinin görüntüsü sadece buzdağları gibidirler. O soğuk sulara dalma cesareti, doğaya ve doğal olmaya karşı adil bir duruş, sağlam bir irade içindeyseniz yeterlidir…

    Görünmeyen kısımları ne parayla satarlar, ne bir başka unvan ile sadece disiplinli ve yaşadığı yere tat-tuz bırakan biri olmanız yeterlidir; bir insanın, bir yoldaşın ve bir öykünün size açılması için…

 Güven SERİN