27 Nisan 2011 Çarşamba

ŞİMDİ GELMEK FARZ OLDU

Kamera; Güven   Ganoslar
Bazen yaşam bir taşın içinden merhaba der. Bazen,
toprağın, kumun, bataklığın içinden... Ve biz,
insanoğlu yaşamı saksıların ve kafeslerin içinden
tercih ederiz; adına yaşam dediğimiz zavallığımızı...

Ganoslar 23 Nisan Kampı
Edge ile Birilkte
Doğayı doğal ortamlarda tanımalı ve sevmeli! Ele bir de
doğayı sevmiş insanlar ile birlikteyseniz;
"değmen benim gamlı keyfime; değmen."

Kamera; Güven Ganoslar
Latife Hanım ve Aziz Bey
Çürümüş bir imparatorluğun yepyeni bir
Cumhuriyete dönüştüğü zaman;23 Nisan
buluşması. Hastalık ile yaşam arasında
müdcadele veren insanların su ve ekmek
niyetine sevgi yedikleri, içtikleri zaman...

Kamera; Güven    Ganoslar Kampı
Baba ile Oğul...
Korkudan, baskıdan, cehaletten arınmışlar...
Sağlığınıza dostlarım; onlar rakısını ben biramı
yudumladım eteşin çıtırtılı soylu güzelliği karşısında.

Kamera; Güven   Ganoslar Kampı
Ateşin etrafında ateşin soğuk ile kurduğu dengeyi
seyreden kendi dengelerini doğada arayan
güzel insanlar... Yüzlerindeki arınmışlığa
bakar mısınız lütfen!


Kamera; Güven Ganoslar
Hoşçakalın dostlarım, hoşçakalın dostlarım.
Sizi canımda canımın içinde,kavgamı
kafamda getiriyorum...
İşte, bu yüzden hoşçakalın değişler, vedalardan
çok daha soylu, çok daha erdemlidir...

ŞİMDİ GELMEK FARZ OLDU




Bahar geliyor kışın ardından. Bulutlu ve yağmurlu günlerin ardından güneş doğuyor, yaz geliyor… Bitmeyen yenilenme, bitmeyen tükenişler hepsi tekrardan doğumlar için yapılıyor. En kötü, en kabul edilemez yaşam biçimleri bile kaçınılmaz son; döngünün yenilenmesinden, yaşam ve ölümünden kurtulamazlar… Fakat onurlu insanın, başı dik olan canlının düşünce ile yakaladığı erdem ve hoş görü içinde sevgiyi inşa etmesi ölüme bile meydan okuyor; ölüme bile… Severek, sevgisini ölümsüz kılarak…

Doğayı sevmek zorla olmaz ama öğrenilir. Doğayı anladıkça kendimizi anlamaya başlarız. Çevremizin biz canlılara nasıl bir lütuf içinde sunulduğunu hisseder kavgalarımızı bile asilleştirir karanlıktan aydınlığa taşırız.

Bizim de doğa yolculuğumuz yaklaşık beş yıl önce başlasa da doğaya yakın oluşumuz, doğanın evrelerini çocukluğumdan beri izliyor oluşum; beni de eğri yollarda yürürken bile doğa sevdalısı yapmıştır. Aslında tabiatı anlatan kitaplara, bilim adamlarına, belgeselcilere çok şey borçluyuz. Yılanı da baykuşu da, kargayı da, sırtlanı da sevdirmeyi onlar gösterdi bize.

Biz sevmeyi bile yalanlaştırmışken onlar anıran eşeğin de, kükreyen aslanın da bir olduğunu; doğanın vazgeçilmez döngüsü içinde iki önemli canlı olduğun göstere göstere anlattılar bizlere. Bir muhterem zata; “koçum benim, aslanım benim” desek, mutluluktan göbek atar. Ama tam tersi; “eşeğim benim, çakalım benim” desek; üstümüze atlar ve bize etmediğini bırakmaz. İşte biz buyuz! Hayvanları bile sevmek ile nefret etmek arasında korkunç insanlık cehaletine kurban etmişiz…

Şimdi, şu anda çocuklarımıza doğayı anlatma zamanı. Bahar ayında uçurtmalar uçurma, tepelerde, vadilerde yürüyüş yapma, kamp kurma zamanı. Doğa capcanlı ve tüm dostları ile sizleri bekliyor. Ve bilinen hiçbir yanlışı, ihaneti, korkuyu doğa; insan onu anladığı sürece yapmaz.

Kendilerini doğaya ve doğanın arınmışlığı ile sevgiye, ilgiye, yardıma muhtaç insanlara adanmış EDGE ekibi ile çok önceden anlaştığımız gibi 23 Nisan günü, çocuklara gökyüzünden değil yeryüzünden bir bahar kokusu ile verildiği zamanda bir araya geldik. Buluşma yerimiz rakımın sıfır olduğu yer; Uçmak Dere Ayvasıl Mevkii. Kuzeyimiz olduğu gibi tepeler ve küçük bitkiler ağaçlar ile çevrili. Güneyimiz, alabildiğince deniz… Kimi mavi, kimi gri, kimi lacivert, kimi de siyah bir deniz…

Yüreğimiz, tekrar buluşma ve tekrar “merhaba” demenin onuru ile küçük bir kuşun çırpınışı gibi çırpınıyor. EDGE ile geçen yıl da aynı zamanlarda yan yana kamp kurmuştuk. Tekirdağ ekibimiz iki kişi artmış olarak beş kişi ile dostlarımıza hoş geldin dedik. Elbette her hoş geldin demenin, bir de hoşça kal, ı olacak!

Dört yüz üyesi bulunan EDGE ekibinin bu geziye katılan kişi sayısı 15 kişiden ibaret. Bizim ekibimiz uzunca bir aradan sonra lanet bir hastalığı yenen cesur dostumuz Aziz Bey ve eşi Emine Hanım sayesinde üç kişiden beş kişiye yükseldi. Aziz Bey, geçen yıl daha hastalığa yakalanmadığı zamanda aynı yerde EDGE ekibi ile dostluk kuran, gece onların kamp ateşinde şarkılar dinleyen ve her şarkıda Latife Hanımın yanık sesinde, sanatın salıncağı ile sallanan bir arkadaşımız. Yunus da, Tamer Kaptan da öyle!

Bu çalışma doğanın insana, insanın da doğaya aktığı günün gecesi ve diğer güne sarkan anıları, insanın üst düzey duygularının baskısı ile yazılmıştır. İnsan denen canlının koşulu, korkunç beklentileri ve de soylu bencillikleri kaldırınca nasıl da sürpriz şifaların, mutlulukların, samimiyetlerin de oluşturulacağının gerçeğidir bu yazı!

Aziz Bey hastalığın pençesinden kurtulmak için kahramanca mücadelesini verirken ardı arkası kesilmeyen ışın ve kimyasal tedaviler onu iyice halsiz bıraktığı zor zamanları yaşıyorduk. Aziz Bey’in o canlı, o gür ve kendinden emin sesi bazı zamanlar günlerce duyulmuyordu. Ve o sesin, her uzak kalışında durumun ciddiyetini, verilen savaşın önemini kavrıyor, kendi sessiz duamı tabiatın derinliklerine yolluyordum.

Baharı ve havaları biraz fırsat bilip EDGE’nin kurucuları Hasan Bey ve Latife Hanım ile önceden haberleştiğimiz gibi 23 Nisan tarihinde buluşacağımızı büyük bir heyecan içinde Aziz Bey’e bildirdiğimde attığı çığlığın ne büyük şifa muhtaçlığı içinde olduğunu da gösterdi bana. Aziz Bey, doğaya, bülbül seslerine, rüzgâra, çiçek ve baharat kokularına kısacası, Ganos Dağlarına susamıştı. Bir de EDGE’nin gelecek oluşu yaşamın ipine ne büyük bir istekle sarıldığının da mutlu gerçeğidir.

Planlarımız yapıldı ve 23 Nisan tarihi beklenmeye başladı. Fakat son anlarda Latife Hanımın başka işlerinden dolayı gelemeyeceği haberini yine Latife Hanımın kendisinden öğrendim. Ve o zaman, içim tabiatı kaplayan karlar gibi erimeye başladı. Latife Hanımsız buluşma mı olurmuş? O yanık ses, o geçmişin tüm iyi ruhlarını temsil eden ve kendi bedeninde saklayan ses gelmezse Aziz Bey’e ne derim ben?

İnsan tabiat sevgisi ve tabiat görgüsü taşıyorsa konuşması gerektiği zaman da konuşur. Ve bende aynen böyle yapıp Latif Hanım ile konuştum. Aziz Bey’in lanetli hastalık ile verdiği savaşı birkaç cümlede hiçbir acınma telaşına, muhtaçlığına önem vermeyerek izah ettim. Ve karşımdaki insan; Latife Hanım, bocalamadan, kararsızlığa düşmeden tek bir cümle ile ses verdi; “ ŞİMDİ GELMEK FARZ OLDU” dedi. Dediğini de yaptı. Aziz Bey ile gündüz gözü ile buluştular, geçmiş olsun, hoş geldin dileklerini bir taze çimen, bir küçük çiçek samimiyetinde yaptılar.

Aziz Bey’in mandolini çalmaya başladı. Latife Hanım söylemeye; “ Hoşça kalın dostlarım, hoşça kalın dostlarım benim. Sizi canımda canımın içinde kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşça kalın dostlarım, hoşça kalın dostlarım benim.”

Gün geceye dönüştü. Ateş, kuru odunları çıtırdata çıtırdada yaktı. Deniz muhteşem gürültüsü ile şarkılara vokallık yaparken nice şarkı devrimden devrime, hayalden gerçeğe aktı.

Latife Hanım da, Hasan Bey de 1983 yani bir darbenin son kurbanları olarak Metris Cezaevinde yatmışlar. Devrim eziyetleri, devrim türküleri, devrim ruhlarını daha bir perçinlemişler. Latife Hanım 1983 yılını işaret ettiğinde, kendi şarkılı türkülü, işkenceli anılarını anlatırken, ben de 1983’ün baba anılarına Selimiye Kışlasına, bir bilinmeyene giden bir şafak vakti yuvasından koparılan babaya aktım.

Ben, Metrisin önünde durdum hasretin yerlere vurdum. Bu dağlarda uçan kuştum, uçan kuştum kanatlarımdan vuruldum, dedim. Latife Hanım; “hoşça kalın dostlarım, hoşça kalın dostlarım benim.” Dedi. Ben; “ Şu Metrisin önü uzun alan, bir tek seni sevdim gerisi yalan” dedim ve kendi içselliğim ile seslendirdim tüm dostlar gecenin içinde bir başka geceye akabilme yaşamını daha bir hak etmeye çalışırken…

 Güven Serin