NASIL BİR ŞEY; YUKARIDAN BAKMAK?
-----------------------------------------------------
Bildik rüzgârlar
başladı. Kuzey rüzgârları; sınamak ister yazdan çıkacak, hazırlanacak olan kış
mevsimine tutunacak olanı.
Büyük dalgalar
üretiyor bazen Marmara. Özeniyor olmalı; Akdeniz, Atlas. Hint ve Büyük
deryalara. Hakkı da yok değil; bu güzel alım ve çalımın bir de yüksek
haykırışları…
Çayımı içine kadar
dayanabildim geceye teslim olmuş akşamın kuzey rüzgârına açık olan yerin
masasına. Aynı bahçenin biraz kuytu köşesini seçtim. Tenhalık var soğuk
rüzgârlar esince burada.
Çoktan beri
tanıdığım ve onun için yazı yazdığım çınarın altında ki küçük masaya oturdum.
Yan tarafta; kapalı küçük yerde; pembe ve beyaz balonlarla süslenmiş mekan,
küçük bir kızın doğum günü hazırlığı yapıldı. Gelecek olan konuklar ve
yaşanacak küçük şölen için her şey hazır gibi görünüyor. Onlarla aramızda bir
cam var sadece…
Yanımda ki çınarın
kuytuda olan dalları ciddiye bile almıyor rüzgârı. Kavak ağacı olsaydı;
korkudan altına işetir insanı. Zannedersiniz ki, büyük fırtına dövüyor koca
şehri… Bir arkadaş, bir dost-öncü var yanımda. John Berger… Onun kitabı,
deneyimleri, yaşamın içinde kılcal damarlardan tutun da, hücrelere kadar
meraklı bir bakış, anlama uzmanı…
Bazen; çok bazen;
yalnızlığın dayanılmaz çekiciliği, öğrenme merakı içinde olan bir öğrenci
sessizliğine muhtaç ve minnet duyar hale getirdi beni. Bilinen manda bir sürü
çığlık ve hiçbirisi gerçek yaşamın özüne, felsefesine ait değil… Ne acı bir
teselli sunuyor herkes birbirine; hep, hiçliğin yatıştırma ve aldatıcı
ninnileri…
Küçük kız bir yaşını
bitirecek. Derken iki, üç ve on beş olacak. Yaradılışın hürriyetini arayacak;
ya donatılmış yüce bilginin, görgünün zarafeti, felsefesi ya da bilinen çokça
tekrarlanan hırçınlıklar, kabalıklar ve küskünlüklerle başlayacak olan bir başka
milyarlık tekrar…
Küçük kızın doğul
günün kutlanacağı alanla aramızda bir cam… Misafirler; büyük insanlar, temiz ve
bakımlı haliyle gelmeye başladılar. Hepsinin yüzünde iyimserlik hâkim… Geçici
barışın keyfini sürmeye gelmişler.
Onlara; bize; yukarıdan,
çınarın yükseldiği yerden; yaklaşık 5–6 metre öteden bakan bir insan… Yukarıda
ki mekânın çalışanlarından. Merak ediyor aşağıda ki renkli eylemin
kıyafetlerini, yiyeceklerini, sosyolojik hareketlerini.
Her bakışında ona
odaklanan gözlerim, onu mahcup bir geri çekilme eşiğine getiriyor. O aşağısını
merak ediyorken, ben de yukarısını. Nasıl bir şey; insanlara-insancıklara ve
tüm aşama yukarıdan bakmak?
Bu bakışta bir
papazın, kasabanın şerifinin, bir filmde ki kovboy bakışını aradım; yoktu. Bir
ağanın kurnaz gücünü sordum; yine yok… Batmadan önce yılışık bir banker bakışı;
o da değil… Bildik Trakya insanı; yarı ürkek ve mahcup… Aynı zamanda altlarda
nelerin olduğundan haberdar olmak isteyen bir haberci…
Yukarıdakinin bakışı,
neredeyse bütün gece sürdü. Muhtemelen çoğunluğunda yakalandı; aşağıda ki
gözlemciye. Her defasında geri çekildi; düşman diye koyunlara, yel
değirmenlerine saldıran Don Kişot gibi dayak yiyerek değil; Trakya insanı
mahcubiyetinde; suçüstü yakalanmış bir çocuk kişiliğinde…
Yukarıdan bakan
insanda daha ilk aradığım bir papazın bakışı? Niçin? Kaç papaz tanımıştım bu
zamana kadar? Onların üzerinden dokunmak mı yüce dini-dinleri anlatırken
insanlığı aldatan din adamlarına? Bir başka alt arayışın serüveni?
Bileşenlerinden ayrılan bir başka oluşuma doğru yol alan imgelere tutunma
saltanatına kabul edilmiş olmam?