29 Eylül 2020 Salı

İSMİ TEKİN

   İsminin Tekin olduğunu sonradan öğrendim.Ona,bilge ağaçların olduğu yerde rastladım; Kumbağ Sütlüce Mevki.Bey efendiliği,yüksek karakteri daha ilk bakışta çıktı ortaya.Gereksiz sırnaşmayan,bir yudum için bin bir cambazlık yapmayan çok özel bir hayvan.Birkaç saat arkadaşlık yapınca nice insanda göremeyeceğim erdemi gördüm onda; tok gözlü; yemek yerken asla ama asla göz ucuyla dahi sofraya bakmıyor.İnanılmaz bir durum...

Güven SERİN 











24 Eylül 2020 Perşembe

MASAMDA DURAN FOTOĞRAF

 



                                 MASAMDA DURAN FOTOĞRAF

 

  1958 yılı, Yunus Nadi Roman Yarışması Jürisi, bir fotoğrafla tarihe, bir belge niteliğinde imzasını atmıştır. Tarihsel belge niteliği taşıyan fotoğraf karesine girenler; Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Eyüpoğlu, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Azra Erhat,Vâlâ Nurettin,Cevat Fehmi Başkurt,Haldun Taner ve Behçet Necatigil;Cumhuriyet Gazetesi arşivinden bir fotoğraf…

   Günümüzden altmış yıl önceki Roman yarışması jürisi, ne kadar da büyük sanatçılar tarafından temsil ediliyordu! Yarım yüzyıllık bir süreden sonra, aynı öneme sahip jüri üyeleri, yarışma ciddiyeti kalmış mıdır? Her biri kendi çapında, edebi destanları yazmış bu insanların zenginliği, ülke ve dünya sevgilerinin yanında, insan ve edebiyat sevgilerinden kaynaklanıyordu. Lambaların, yoklukların, mumların ışıklarının ve en önemlisi, kendi dünyalarını özümsemiş ve diğer dünyalara kapı aralamış insanlardı onlar.

  İsimlerini yazdığım, çoğunun eserlerini okuduğum bu insanları Jules Renard’ın gözüyle anlatmak gerekse; “ Gerçekliğe düşkün bir insan ne ozan, ne yüce biri olmaya gereksinimi vardır. Çabalamadan ikisi de olur.”

   Gerçeklin içinden düşsel bir amacı, tekrar bu zamana, gerçeğin bıkkın, sessiz, pısırık zamanına çağırsam, bu değerli insanlara bir bir : - Söz sizde efendim, desem; görün bakın neler diyeceklerdir;

Halide Edip Adıvar; “ Haksızlığa sapıp çoğu insanın seninle beraber olmasını sağlamaktansa adaletle davranıp tek başına kalmak daha iyidir.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu; “Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü bu ömrümün bütün hazin macerasını ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir.”

Sabahattin Eyüpoğlu; “Sana mı kaldı dünyayı düzeltmek, otur oturduğun yerde. Bu böyle gelmiş böyle gider; anlatamazsın. Hem şimdi sırası mı? Softalar saldıracak adam arıyor.”

Orhan Kemal; “ Bir gün oturup çay içelim seninle… Çaylar benden manzara senden.”

Yaşar Kemal; “ Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır, bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır.”

Azra Erhat; “Eleştiri kötüyü, çirkini belirtmek, yani aşağılamak, kınamak, yadsımak olmadığını artık herkes bilir. Eleştiri elbette ki iyiyi ve güzeli ayırt etmede beğeniye dayanan bir yargıyı gerektirir, ama oraya varana dek nice nice işlemleri vardır eleştirinin.”

Haldun Taner; “ Saygısıza haddini bildirmek, yetime kaftan giydirmek kadar sevapmış. Ben de bir sevaba girdim. Keşanlı Ali Destanı”

Behçet Necatigil;

“ Sevgileri yarınlara bırakırız

Çekingen, tutuk, saygılı,

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olmasını istemezdiniz)

Bir bakış bile yeter ki anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanları umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız,

Vermeyi az buldunuz

Yahut vaktiniz olmadı.”

  Yaşadığımız bir gezegen; bizim galaksimizde ve şu ana kadar gözlenen diğer galaksilerde tek yaşam var olduğuna inandığımız yer. Edebiyatçıların, düşünürlerin gözüyle, bir masalın bile içine girince ne çok kapı açılıyor, ne çok dünyalara…

Güven SERİN 

14 Eylül 2020 Pazartesi

DÜŞLERİN EFENDİSİ

 



                                KÖTÜLÜKLERİN YÜZÜNE BAKTIM

                                           ( DÜŞLERİN EFENDİSİ )

  

    Sanata gönül vermiş, eğitimini almış, bu alanda yoğrulmuş bir arkadaşımın göndermiş olduğu mesajını okudum;

  “ Quills-Düşlerin Efendisi, bana göre güzel bir filmi, tasfiye ederim.” Seçiciliğine inandığım arkadaşın yolladığı filmi, atölyeye geliş zamanını sabırsızca geçirdim. Hani, kırlara çıkınca kır kokuları duyarsınız; baharın şenliğinin öyküsünü, renk cümbüşleriyle izlersiniz ya; iyi sanatın kokusu da, kırlara yayılan doğa şöleni gibi bir şeydir…

   Yönetmenliğini Philp Kaufman’ın yaptığı film; Fransız Devrimi zamanlarında geçmektedir. Fransız felsefe yazarı; Marquis Sade’nin yaşamı ve eserlerinden yola çıkılan filmin konusu, insan denen canlının oluşturduğu toplumların olduğu her yerde, ortaya çıkacak insan ve toplum çelişkilerinin dayanılmazlığını, dram ve trajedisini anlatmakla kalmıyor, adeta ruhumuza, genlerimize üflüyor.

   Filmde rol alan, toplumsal hayata yön verecek kahramanları hatırlatmak isterim; Halkın kendisi; hizmetçileri, akıl hastaları ve sıradan insanları. Halkın sanatçısı, doktoru ve papazı ve filmin en önemli haykırışı;

 “ Kötü söz yoktur, kötü davranışlar vardır! “

   Filmin baştan sonuna içinde olan bir felsefe; kötülük ile iyilik, akıl üstünlüğüyle, toplumsal baskıların çılgınlığı, en sonunda her toplumda olduğu gibi, yer değiştirmeye kadar gidecektir. Yani, yaşadığı dönümde, sansürsüz kendi içindeki evreni, sözler yoluyla haykıran bir yazarın, toplumların yüzleşemediği en şiddetli zayıf zavallılığıyla karşılaşması, çarpışmasıdır. Yani, çıplaklık, sansürsüz sözcüklerin tabuları hedef alışıyla…

   Sanatçı, karşısında bulacağı devler-canavarlar; toplumun kendi öz evlatlarıdır; doktor, papaz ve imparator ve halk… Gizli kapılar ardında herkesin heyecan duyduğu tabuları, kitaba geçirmenin, sözcüklerle anlatmanın bedeli, insan ruhunu ilmik ilmik yapacak kadar doymak ve durmak bilmeyen bir işkenceye dönüşecektir.

   Güçlüklerin, sanatçıyı ve sanatı daha da yücelteceğini bir kez daha görüp, iliklerimize kadar hissederken, papazın ruhuyla, kalbiyle söyleyeceği sözler, kendi günahını çıkarma karşılığı olacaktır;

 “ Kötülüğün yüzüne baktım ve öyle hayatta kaldım.”

    İnsan benliğine sadece bir filmin kahramanı tarafından söylenen sözcükler değil, inançların suskunluğunu, kötülüğün cesaretini örttüğünü de can çekişmesini hissedeceğiz…

   Sanatçı, üretmenin cazibesine, durdurulamaz bir cesaretle, korkusuz bir şekilde giderken, papaz; düştüğün durumun korkunç yalnızlığını en kıymetli çığlığıyla, sanatçının yapmak istediği ve yaptığı şeyle; üreterek-yazarak devam etmek isteyecektir. Doktor; sıfatının, görev bilincinin gücünü öyle abartacaktır ki, en korkunç çelişkinin içerisinde dahi, toplumların çelişkili ve gerekli dönüşümleri gibi kendi dönüşümünü faziletli bir şeymiş gibi yerine getirme onursuzluğuna kavuşacaktır.

   Belki de son sözü, hiçbir zaman son olmayacak bir hissiyat ve dünyevi gerçekler içerisinde yazar-sanatçı yapacaktır;

 “ Fazileti bilmek için, ahlaksızlığı da bilmek gerekir…”

Güven SERİN