Kamera; Güven Alipaşa Han - Eminönü
Yaşamdan Mektuplar
ELEŞTİRİLERİMİZİ KAHKALARLA YAPMALIYIZ
Çınar Oskay
köşesinden onun için şöyle sesleniyor;
“ Kimse neden bahsettiğini tam olarak anlamasa da Slavoj
Sizek dünyanın en ünlü filozofu. Ona ‘felsefenin rock starı’ diyorlar.
Dehayla delilik
arasında gidip gelen bir hiperaktif, gördüğüm en süratli düşünen insan ve
müthiş sevimli bir karakter.”
Sadece geçmişin
filozoflarına inanıp onları tekrar etmekten sıkılan, onlara nazikçe teşekkür
eden insanların kendi ve dünya diline kazandırdığı yeni, yepyeni kelimeler-cümleler,
bazen ruhumuzu büyük bir neşe, samimiyet içinde kucaklıyor.
Slavoj Sizek böyle
insanlardan birisi. Bu insanlar, kendi ülke sınırlarından taşar ve dünyanın
tümüne ait olur. Tıpkı samimi bir dille yazılmış, evrensel yasalara ayak
uydurmuş bir şiirin insandan insana, kültürden kültüre geçiş yapması gibi.
Bir süreliğine
İstanbul’a gelen Slavoj Sizek ile küçük bir röportaj yapan Çınar Oskay şöyle
bir soru yöneltiyor;
“ Bizim Taksim’deki gösterilerde nereden geldiği belli
olmayan müthiş bir mizah çıktı. Kimse inanamadı.”
Sizek, gülümseyerek
yorum yapıyor;
“ Bu harika. Neden biliyor musun? Sinik, müstehcen, kirli
otoriteye ancak böyle cevap verilir. Ve kendini çok ciddiye alan eski, sıkıcı
solu izlememeliyiz.”
Sanatçılar ve
filozoflar siyasetten anlamaz; yorumları, algılarımızı titretecek kadar
gerçektir. Alışılmış uyurgezer düşünceyi, silik, ezik bedenleri elektrik
çarpmış gibi, uzunca titretir.
Çınar Oskay bir soru
daha yöneltiyor Sizek’e;
“ Gazetecilerden nefret ettiğinizi duydum…”
Slavoj Sizek, Çınar
Oskay’ın gözlerinin içine bakarak, kin ve nefretten arınmış, evreni algılayan
huzurlu bedeniyle tekrar ses veriyor;
“ Hayır, kendini çok
ciddiye alan entelektüellerden nefret ederim. Bosna’da neyi keşfettim biliyor
musun? Bir şairin onaylamadığı diktatörlük, soykırım yoktur.
İşte
protestolarımızı böyle, kahkahalarla yapmalıyız! Sana süper bir örnek vereyim…
Saraybosna kuşatma altındayken kabareler patladı. Sırplar şehri kuşatmış, elektrik
ve gaz sürekli kesiliyordu. Garip bir şaka vardı;
‘ Auschwitz ile
Saraybosna arasındaki fark nedir? Auschwitz’te en azından gaz hiç
kesilmiyordu…Olay budur! Bu kadar umutsuz bir durumda bile kurbanı oynamadılar.
Kadınlar açlıktan ölmek üzereyken bile sokağa çıkarken ruj sürdüler. Bu yüzden
gelip onlara gıda yardımı yapanlardan nefret ettim. Birleşmiş Milletler sadece
hava alanını kontrol altına aldı. Karadzic, ‘bir tabur asker ile kuşatmayı
yarabilirlerdi’ dedi. Batı bunu neden yapmadı? Ah, zavallı Bosna, keskin
nişancılar herkesi öldürüyor, dedikçe sapıkça bir zevk alıyorlardı.”
Siyasetten, ticaretten arınmış doğal konuşmalar; kendi
çağının eğrileri ile doğrularını iyi tahlil etmiş sanatçılar, filozoflar
tarafından iyi anlatılır ve halkı tarafından da anlaşılır ise, her gün alkış ve
nefretlerle eleştirdiğimiz siyasetçiler de bir sanatçıya dönüşür; halkının
gündüzünü de, gecesini de iyi düşünür ve iyi anlar; yokluğu da, varlığı da;
girdabı da, huzuru da; öyle çıkar, öyle konuşur, ahkam kesmeden!
Güven Serin