VATANA İHANET
Son zamanlarda sıkça rastladığımız sözcüklerden bıktırıcı
olanıdır; “ İhanet” kelimesi… Eğriye de, doğruya da, sıkça söylenen, yerli
yersiz kullanılan bütün sözcüklerin kıymetten düştüğü bilinir.
Oysa bunca büyük,
zorlu süreçlerden geçmiş, millet olmayı, vatan için canını vermeyi çoktan
içselleştirmiş bir ulusun bu tür düşüncelere, kalıplara çok kolayca teslim
olmaması gerekir. Can sıkıcı, mide bulandırıcı ve güzel vatanın paha biçilmez
değerlerini inciticidir…
Bütün mesele, yüce
kanunların şaşmaz adaletin sağlamlığında gizlidir oysa… Sokrat ile Thomas
More’nin yazgılarının ortak yanı çoktur. Oysa birbirinden neredeyse 2000 yıl
arayla yaşamışlar. Yaşamların zamansal uzaklığı, birbirine yakın ve ortak olgu
ve olayları engelleyemiyor.
Sokrat, felsefeye,
adalete inanmışlığı kadar; Thomas More’nin adalet ve dinine bağlılığı; en
hassas terazi tartımındaydı. Her ikisi de bu inanmışlıkları sayesinde
canlarını, hiç korkmadan, çekinmeden; cellâtlara teslim etmişlerdir.
Sokrat, bir tas
baldıran zehrini çoktan inandığı, bilgi ve adalet için; kutsal bir içecek
niyetine içerken; sevenleri, karısı, oğulları yetmezmiş gibi; cellâdı da
ağlıyordu. Thomas More de başı vurulacak kütüğe dokunacak cellâdın baltasına
teslim olmadan önce cellâdına bahşiş verir ve seslenir; “ İşini iyi yap,
korkunu, çekingenliğni at üzerinden!”
Sokrates’in
ölümünden bu yana 2400 yıl geçti. Onu vatana, yani ülkeye ihanetle
suçlayanların kemikleri, ruhları, hatıraları çoktan çürüdü. Ya Sokrat? Dünya
felsefesinde başköşeye oturma onuru yaşıyor.
Thomas More’nin
ölümünden ise 480 yıl geçti. More, ölümünden 400 yıl sonra 1935 yılında Papa
XI. Pıus tarafından aziz ilan edildi. Azizliğin dinsel boyutu Papa ve Vatikan
açısından önemlidir şüphesiz… Bir başka önemli olan da Thomas More’nin şaşmaz
adalet düşkünlüğüdür. Hepimizin, bütün insanlığın içten içe, gizliden gizliye
düşlediği ve HAK ettiği şey…
Kimseye haddini
hatırlatacak hakka sahip değimli. Böyle bir hakkı da kendimde görmüyorum.
Hukukun, adaletin hakka ve adil olmaya düşkünlüğünü ise herkes gibi bende
istiyorum.
Bu kadar çok
kullanılan ihanet sözcüğünü krallar da çok severdi. Sıkıştıkları zaman her daim
başvururlardı bu tür söylemlere.
Tam da burada Thomas
More girer devreye. Tanrıya tüm hücreleriyle bağlı olduğu kadar, insanların
arasındaki haksızlıkları, haklı olanın lehine çözümlemeye adanmış, iradesinden,
değerlerinden bir milim şaşmamış hukuk insanı…
Eserinde; ölmeden
önce kapandığı yazgının yazma halinde şu şekilde izah eder kralları;
“ Krallar yalnız savaş düşünürler, bense bu sanatları ne
anlarım, ne de anlamak isterim. Yalnız barışa yararlı sanatlar kralların pek
umurunda değildir. İş yeni ülkeler kazanmaya geldi mi, bütün yollar iyidir
onlar için; Din, iman, akıl dinlemezler; ne günaha girmekten çekinirler, ne kan
dökmekten.”
Batı düşüncesi,
bilimi, teknolojisi tüm dünyayı etkilemeye ve öncülük etmeye devam ediyorsa;
baştan beri en adil, en ahlaksal olanı yaşadıkları için değil; akıl almaz
vahşetlerine karşı çıkan, edebi, felsefi, dini, hukuksal KAHRAMANLARI oldukları
içindir.
Thomas More sadece
İngiltere’nin evladı değil, tüm insanlığın evladıdır artık. Korkmadan söylediği
kaleme aldığı tespitleri bugün bile, ayır da geçerliliğini koruyacaktır;
“ Bu korkak ve kuşkulu politikacılara göre devletin
güvenliği hep silâhaltında tutulacak, büyük, zorlu, savaş görmüş kimselerden
kurulu bir orduya bağlıdır. Halk arasından toplanacak askerlere güvenmezler.
Savaşları da nerdeyse askerin görgüsü artsın diye yaparlar; Sallust’un dediği
gibi, bu koca insan mezbahasında askerin yüreği ya da barış yüzünden
yumuşamasın diye.”
Sözüm meclisten
dışa… Kendini her daim yenileyen, tarihin, coğrafyasını bildiği kadar, dünyayı,
komşu ülkeleri, onların sosyal, kültürel ve hukuki yaşamlarını tanıyan
politikacılara ihtiyacımız var. Ucuz sloganlara teslim olmamış, olmayan…
Bölgesel, kırılgan düşünmekten çok öte; kendi sınırlarına saygı gösterirken,
dünyaya da aynı ulvi saygıyı besleyen…
Güven Serin