30 Haziran 2020 Salı

SENİ


Kamera; Güven    KUŞADASI




SENİ


Seni seviyorum;
İnilti inilti,
Coşku coşku...
Seni istiyorum;
Taşkın taşkın,
Alev alev…

Sensiz geçmeyen zaman;
                              Şimdi,
Nasıl da koşuyor delice,
Bahara çıkmış taylar gibi...

Güven SERİN 

27 Haziran 2020 Cumartesi

JEOLOJİK YANKI; PİETA


internet; Salvador Dali

                                JEOLOJİK YANKI; PİETA

 
   1949 yılında yayın hayatına başlayan Yaprak Dergisinin ikinci sayısını okudum. Derginin üst sol yaprağında Ahmet Muhip Dıranas’ın bir şiiri; Bir Tren Yolculuğu da yer alıyor. Dranas’a özgü,değerli bir şiir.Eserin on üçüncü dizesi;

“ Yeşil ışıktan bir damla beynimde “ diye başlayıp;

“ Yeşil ışıktan bir damla beynimde
Koşuyor sağa sola inimde

Ama-şairane, mahzun bir hayvan
Aya dalmış öyle bir dal ucunda!

Ya bu yüzler ne yüzler, maske gibi.
Yüzler; güzeli, çirkini, garibi…”

  Şiirin dizelerindeki derinliği bir yana, bir tek sözcüğün bir başka eserle buluşması, kendi evrimsel süreci için izin istemesi ayrı bir yana… Yıllar önce Sakıp Sabancı Müzesi’nde Salvador Dali sergisi vardı. Aradan yıllar geçtiği için sergide izlediğim eserleri unuttum sanıyordum. Ta ki, Sabancı Müzesinin yapmış olduğu değerli çalışmaları, eserlerin video tanıtımlarını izlemeye başladığım an; Dali’nin Gala aşkını, sanata duyduğu koşulsuz, sansürsüz ve uçsuz bucaksız arayışlarını karşılığı olan eserlerini izledikçe, bugünkü hissiyatım ve bir başka ruh âlemi içinde kavradım eserin iç yankılarını.

  Bir şiir ve bir mısra ve bir tek sözcük; “Yeşil” şair ile ressam arasındaki seslenişi, gösteriyi kendi bakış açımla kaleme alma fırsatına dönüştü. Salvador Dali, Jiolojik Yankı-Pieta isimli çalışmasını yaşamının son zamanlarında yaşlılık hallerini yaşarken yapıyor. Yarım yüzyılı birlikte paylaştıkları karısı Gala hastadır! Onun acısı sanatına, düş gücüne baskı yapıyordu. Tıpkı, karısı için söylediği sözlerin anlamlarını hiçbir zaman yitirmeyecekleri kadar yeşil rengin ölüm örtüsü içinde;
“ Gala, beni evlat edindi. Ben onun yeni doğan çocuğu, oğlu, sevgilisiyim. Gala benden ölümün etkilerini söküp attı. Delirmememin nedeni, deliliğimi onun üstlenmesidir.”

  Dali, her ne kadar ölüm korkusunu yendiğini ifade etse de, yolun sonuna gelmiş, elli yıllık karısını fiziksel sevgiden beslenen dünyevi zevkler içinde değil, ruhani ve sanatsal bir sevgi içerisinde, başka sanatçıların hayran olduğu eserleri tekrar yorumlama kudreti içinde; Michelangelo’nun Pieta isimli heykel grubunu yorumlar. Bu çalışmanın ismi; Jeolojik Yankı; Pieta olur.

  Bu eser oluşurken, Dali’den alınan eser hakkındaki bilgiler;

“ Geçici heveslerin, rüyaların, otomatizmin peşinde değilim. Artık, kendi yaşamımdan, hastalığımdan, anılarımdan olan önemli şeyleri resmetmek istiyorum.”

   Böylece Jeolojik Yankı; Pieta doğar. Ölümü anlatan bir çalışma. Çalışmanın temelinde ise Roma’da bulunan heykel grubu; Michelangelo’ya ait Pieta vardır. Meryem kucağında tuttuğu ölü oğlu için derin acılar içindedir. Esere sinen soğuk yeşilimsi renkler ölüm duygusunu vurgular. Denizdeki kaya, resmin-eserin her yanında tekrarlanıyor. Salvador Dali için akıldan hiç çıkmayan bir anı, üzerine çöken yaşlılık, Gala’nın hastalığı ve ölümü ve hayran olduğu sanatçının eseri bir başka esere dönüşüyor. Yıllar sonra yerel basının gazete köşesinde belki bir başka insana ilham verecek, cesaret bulacak yeni ufuklara adım atacaktır…

  Okuduğum Antik Felsefe kitabından geriye şu notlar kalmış;

“ Çoğaltır toprak kendi şeklini. Su suyu, ateş de ateşi…”

Güven SERİN  



18 Haziran 2020 Perşembe

TRUVALI KADIN


İnternet




                                                        TRUVALI KADIN


  Bir şair, şehrinin sokaklarında gezerken seslenmişse şehrine;

 “ İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı/ Önce hafiften bir rüzgâr esiyor “ Bir başka şairde kendi yüce haykırışını şiiriyle dile getirir;

“HAYKIRSAM, kim duyardı beni, melekler / Katından? Ve ansızın bassaydı bile / İçlerinden biri beni bağrına: Yok olurdum onun / Onun daha güçlü varlığı karşısında.”

  Astronomi bilimi, astroloji dünyasının çok ötelerine ulaştı. Derinleştikçe bilgi-gözlem, daha da büyüdü evren; çünkü genişliyordu…
Ve bir çocuk doğdu balkanların gölgesinde. Meriç nehrinin Ege’ye, söğüt ve ılgın ağaçlarının aktığı yerde…
  
   Onun sırrıydı basit olan. Gözlerinde akıp gittiği, düşlerinde süzüldüğü Truvalı Kadın; belki vardı, belki de bir efsanenin yitik parçasıydı. Latin şair gibi; doğum yapan hiçliğe yazgılı bir düşün ölümsüz parçası…
    Yakmak istedi büyük destanını (Aeneas ) hasta yatağında kimi sayıklar vaziyette yatan şair. Tıpkı, Truva’nın viran duvarları altında kalan öyküleri gibi; kazıldıkça bir başka parça diğerine kavuşacak; içinde barındırdığı şifreyi bu zamanının insanlığına sunacak.

  Truvalı Kadın, Medusa’nın yok ediciliğine zıt; var ediciliği, ürkek tanrıça bakışları içinde, görünen körlükleri delip geçecek; insan tapınaklarından çok ötelere…

 Rilke’nin müzikle geldiği gibi ondan sonra da yaşayacak müziğine-şiirine esin verecek;

“ Karışsın soluğumuz evrene; belki de kuşlar içlerinde
Hissedecekler genleşen havayı uçarlarken.

Evet, baharların ihtiyacı vardı sana. Beklemişlerdi bazı
Yıldızlar senden, onları hissetmeni. Yükselmişti
Bir dalga geçmişten, ya da,

Geçerken açık bir pencerenin önünden
Verivermişti kendini sana bir keman sesi. İşte tüm bunlar görevindi.”

 (Doıno Ağıtları )

Güven SERİN 




  

15 Haziran 2020 Pazartesi

ORMANLARIN KUYTU KÖŞELERİNDE YAŞAYAN CANLILAR


                     



ORMANLARIN KUYTU KÖŞESİNDE YAŞAYAN CANLILAR


   Ormanlar yaşam doludur. Üstelik ormanın altı da, üstü de canlı yaşamından hakkını almış, milyonlarca yıldır bu hakka karşı minnetle ormana hizmet ederler; kavramları icat etmemiş hayvanlar ve diğer canlılar.

  Orman bir okyanussa küçük bir koruluk ise güzel bir pınar, nehirdir. Bilim insanlarının anlatımıyla yaşlı büyük bir ağacın bir yıl içerisinde kırk ton karbondioksit veya tozu yok etmesi; bu sıra dışı yeşilliğin yaşam için ne büyük öneme sahip olduğunu görürüz.

  Ormanların, özellikle kadim ormanların kuytu köşeleri, sessizliğin en damıtılmış olanlarını saklarlar. Derinliklerindeki canlıların sese olan duyarlılığı, aynı zamanda yaşam dilidir. Sessizliğin içerisinden çıkacak bir sesin, can yoldaşı mı yoksa bir can alıcı mı olduğunu sessizliğin içinden gelecek seslerle anlarlar. Bu sessizliği bozan orman horozu, dişileri kur yapmanın içgüdüsel nesil aktarımı peşinde, bir anlığına kendi dansını, operasını gösterime sunar. Tıpkı, erkek cennet kuşu gibi; sıradanlığın çok ötesinde bir sahne; üstelik evrimin milyonlarca yıldır hazırlayın da fırsat verdiği canlıları çoğumuz tanımadan ölüp gideriz. Ormanı; ya yağmalanacak, ya da yakacak olarak görür, onun içinde barındırdığı evrenden haberimiz bile olmaz.

  Bizlerin her ne kadar haberi olmasa da, düşünürlerin, bilim insanların çok şeyden haberleri vardır. Uygar dünyanın kalbi, bu insanların sunumlarıyla zenginleşir ve onarılır. Bir filozof dinlenmek için çıkmış olduğu taş kuleden, tüm zamanların bonkör sahibi gibi konuşur; usul usul;

“ Dünyanın birden düzeleceği yoktur. Bir anda dertten kurtulmak, iyileşmek anlamına gelmez. Bir çiçekle bahar olmaz.” ,  “Sürekli yavaştır doğanın devinimi. Bir anda oluveren değişimler doğaya aykırıdır.”


  Ne çok şey söylerler düşünürler. Bir anda olup bitmiş veya slogan olsun diye değil; bir ömrün ve geçmiş ömürlerin imbiğinden çıkan bir damlanın sözcükleridir bütün bu olup bitenler. Ormanların sessiz kuytu köşelerinde, bu tür gizemler vardır. Nadide, daha ismi bile bilinmeyen bir çiçek veya bir kuş, bir böcek, bir kelebek…

  Bordeaux’da oturduğu taş şatonun kulesinde, bir düşünür, insanın kendi buluşu olan zamana birkaç avuç sözcük saçar;

“ Rahat davranma ve olayların etkisinden ezilmeme güçlü ve cömert bir ruhtaki en onurlu ve ona en çok uyan niteliktedir.”

  Birden bütün orman sessizleşir; erkek cennet kuşu susar. Orman horozu da öyle; yaşam, sessizliğin içinde kaybolur; koyu, serin ve nemli bir sessizlik…

Güven SERİN