Kamera; Güven Ganoslar Dağı-Tekirdağ
Baharı duyumsayan bütün çiçekler,milyon kere milyon
tekrarlanan doğumu gerçekleştirirler. Bize göre
sessiz, sadece renk ve kokudan ibaret olsa da,
anlattıkları çok şey olmalı...
AHI GİTMEK VAHI KALMAK
İlginçlikler,
tezatlar üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Akıl, erdem, ahlak, merhamet,
insanlık üzerine yazılan söylenen sözcüklerin, kitapların, vaazların haddi
hesabı yok. Gelin görün ki, bu söylemlerin aldığı yol “bir arpa boyu” kadar.
Dünyanın ilginçliği
ve tezatlığı ülkemi de etkilediği ortadadır. Bir türlü kendi olamayan,
hayranlık ile tutsaklığı karıştıran, kendi özü, kültürüyle ilimi, sanata,
felsefeyi bir türlü harmanlaya-mayan ülkemin, ülke insanımın derdi hem var hem
yok…
Şöyle bir halk
arasına karışsanız, tarafsız göz ve kulaklarla halkın içine süzülürseniz inleyenlerin, perişan olanların uçsuz bucaksız bir topluluğa dönüştüğünü
görürsünüz. Ama bunları görecek göz, duyacak kulak lazım. O gözler ve o
kulaklar şimdi çok meşgul. Onlar daha büyük işler yapmak, zaten ülke insanının
kendi içinde var olan barışın tekrar yüceltmek adına gündem peşindeler.
Yolda, caddede,
çarşıda, herhangi bir yerde bir insanla karşı karşıya geldiğimizde ilk önce
yüzüne bakarız. Ve o baktığım yüzlerde, neredeyse büyük çoğunluğunda zayıflayan
yaşam sevincini; “Ahı gitmişliği vahı kalmışlığı” görüyorum.
Bir gurup insan,
özellikle ruhunda biraz sosyal demokratlık olanlar kendi varlıklarından öte
ilahi bir düzenin kurallarını dinler gibi dinlerler onlara sessizce verilen
emirleri. Ezilene, ağlayana, üzülene, kaybedene karşı daha duyarlıdırlar. Diğer
grup insan ise, sessizliği, kabul edişi, ona verilen büyük kader kültürünü
çoktan içselleştirmiş, bütün yok oluşları, kaybedişleri mazeretlere sığınmadan
sineye çekerler. Diğer gurup insan ise hiçbir şeyi dert etmeyen, kendi aklının,
kazancının, zenginliğinin her şeyin üstünde olduğuna inanmış ve her düzene ayak
uyduran yüksek akıllı insanlardır.
Velhasıl dostlarım bu
ülkenin asıl hikâyesi bu üç gurup içinde genişler ve her an başka başka
gündemlerin olaylarıyla taçlanır. Esas sorun hangi gurubun içinde olduğumuzdan
çok insanca, hakça ve adaletin hepimiz için adil olduğu bir ülkenin içinde yol
almaktır. Kalıcılık, sağlamlık bu şekilde sağlanır.
Büyük insan
topluluklarının büyük istekleri, ihtiyaçları vardır. Dünyanın güzelliğini insan
ihtiyaçlarının akla, bilime, sanata uygunluğuyla karşılayamazsanız, sadece
öteki dünyayı çağrıştıran olayları öne çıkartırsanız, iş çığırından çıkmaya
başlar. Komşu ülkelerin durumu ortadadır. Sessiz kalan, sesini çıkartmayan,
görevi sadece çocuk yapmak ve ölümlere ağlamak olan insanların büyük kıyımları,
inanılmaz sömürüleri ortadadır. Üstelik kutsal topraklar olarak bildiğimizde
bile insana uyan, merhameti, insanlığı ortaya çıkartan kutsal uygulamalar
yoktur. Büyük bir adaletsizlik, kadının yok sayılarak neredeyse yerin yedi kat
altına gizlenmesiyle süslenmiş, gizlenmiş tartışılmanın, ilerlemenin olmadığı
sanki başka dünyanın, başka zamanların ülkeleri…
Artık aynı
tekrarları, aynı sözcükleri, aynı isyanları tekrarlamanın bir çözüm
olmayacağını görüyorum. Bütün güzel sözler, bütün merhamet dileyişleri bütün
haksızlığa yalvarışlar denendi ve deneniyor. Ortaya çıkan şey, muhteşem bir
dengesizlik… İyi bir hastanede tanıdığınız yoksa içeriye alınmanız mümkün
değil. İyi bir tanıdığınız yoksa adalet içinde arayacağınız hak, zamanın içinde ihtiyar-laya bilir ve siz onun sonunu göremezsiniz.
Gençler, genç ve taze
insanlar hiçbir yerde yok. Okullara doldurulmuş insanların gelecek kaygıları,
günü kurtarma telaşları, sanata da, siyasete de, ilime de uzak kalmalarına
neden oluyor.
Gençler bir an önce
iş sahibi olma, para kazanıp dünyanın sunulan muhteşem teknolojileriyle,
imkânlarıyla kendi dünyaları içinde varken yok olma peşinde. Yaşlılar ise,
oyunun bin bir türlüsünü oynama, her konuda bir mazeret bulup yüksek
gururlarıyla çalım satma peşinde…
Hal böyle olunca, ahı
gitmiş insanların yöneticisi olmak kolay oluyor. İyice zayıflamış bedenler
düşünce yetisini çoktan kaybetmiş. Nasıl olsa onların yerine düşünen birileri
var. Öncesi hiç önemli değil asıl bugündün gün olan. Demezler mi “anı yaşa!”
diye. Derler…
Ne dağıtılıyorsa, ne
veriliyorsa al. Nasıl olsa bir yaprak gibi sallanan iç dünyamızın alınacak bir
canı var, o can da bedava bulunduğuna göre ortada bir sorun yok. İyiyiz çok
şükür… Böyle öğretildi. İyiyiz, Avrupa’nın, ABD’nin kölesiyiz çok şükür.
Hâlbuki daha seksen
yıl önce bir insan, Mustafa Kemal, bizi kölelikten, bizi kulluktan inanmışlık
içinde kurtardı. Işığın yönünü gözlerimizin içine bakarak gösterdi. Gören göz,
duyan kulak yok şimdi; bazıların işi çok, telaşı çok; bazılarının ahı gitmiş
vahı kalmış…