Fotoğraf , İnternetten
SİNEMA MUCİZESİ
Sinema mucizesi
Kırmızıgül’ün Mucize Filmi, anlatmaya çalıştığı sevgi, ilim, deneyim; kısacası
yaşam sanatında gizlidir. Sinema teknolojisinden yararlanıldığı gibi filmin
konusuna uygun yer, oyuncu seçimi de oldukça başarılı.
Sinemanın büyüsü,
kültüre dönüşecek sanatı, sadece konusunda gizli değildir. Konu ne kadar iyi
olursa olsun, oyuncuların sanatı, teknik ekip, konuyla ilgili çevre, müzik
seçimi tam bir uyum içindeyse ortaya çıkan şey sanata, kültüre dönüşüyor.
Mucize filmi de öyle
bir şey; ekibiyle, seçilen çevresiyle, yüzyıllara dayalı insan kültürlerinin
coğrafi, geleneksel, dinsel baskıların, yaşam tarzlarının etkisiyle
yarattıkları kara mizahın gülümsemesini; gülümserken evrensel düşünüşünü de
yapacağınız bir film…
Mucize filmi aynı
zamanda Mahsun Kırmızıgül gerçeğidir. Diyarbakır’dan İstanbul’a 22 kardeşli
ailenin içinden süzülüp o parıltılı dünyaya gelip yok olmamasının hikâyesidir.
Sanatın tohumları belki de doğduğumuz çevrede; insan çığlıklarının,
hüzünlerinin, sevinçlerinin, toprak, yağmur, baharat kokularının rüzgârla
yoğrulduğu yerde başlıyordur.
Her hareket enerjiye
ihtiyaç duyar. Bu enerjiyi harekete aktaran da mucizevî bir sanat olayıdır.
Bütün parçaları aynı düşünce içinde iradenin önüne serer. İnsan da böyle bir
sanat oluşumudur.
Milyarlık parçalardan
oluşmuş, milyarlarca hücrelerin bir araya gelişiyle tamamlanmış bir parça; ama
aynı zamanda hiçbir zaman tamamlanmamış hislerin açlığı, hoyratlığı, yüceliği,
bilgeliği yürüyen, düşünen insanı meşgul edip kendine düşen yaşam çöplüğünde
eşelenmeğe devam edecek olan insan…
Mucize filmi, sinema
sanatı için bir başka sanatın; ilimin, müziğin ne büyük önem taşıdığının da
gösterisini yapıyor. Bizlerin, terk ettiğimiz, ön koşullarla, fikirsiz
yargılarla yaklaştığımız coğrafyamızın, insan kültürlerimizin çok büyük
zenginlik olduğunu da anlatıyor. Bütün zenginlikler, aynı zamanda uygarlığın
yaşam alanlarına muhtaçtır.
Bu yüzden eğitimin,
öğrenimin; öğretmenin ve öğrenmek isteyenin yüceliği çıkar ortaya. Mucize
bunları da gösteriyor. Hayvan ile insan ilişkisini; doğa ile insanın
birlikteliğini, beton yığınları arasına sıkışmış insanlara bir ilaç, muhteşem
bir seçenek olarak sunuyor.
Geri kalmışlık, geri
kalan bölgelerin kaderiymiş gibi yüzyıllarca görmemezlikten gelinmiş. Sinema,
ışığı, sesi, görüntüleri; o büyük beyaz perdesiyle bu geri kalmışlığa,
suskunluğun kara mizahına da şans veriyor.
Filmin diyalogları,
müziği, teknik ekibin teknolojik katkısı dramdan öte gülümseme dolu yüzleşmeye
dönüşüyor.
Mucize sinemanın da
mucizevî aktarımını yapıyor. Kendi doğamıza, vadilerimize, dağlarımıza,
ırmaklarımıza, köylerimize, kasabalarımıza yabancı kalışımızın hikâyesini de
gösteriyor.
Kırmızıgül’ün
mucizesi ortaya çıkıyor. Beyinlere dolan karabasan hikayelerini saniye saniye,
dakika dakika, saat saat yerle bir edecek dokunuşları rahat koltuğunuzda,
sanatsal bir rahatsızlık içinde izlemenin erdemine erişeceksiniz.
İçimizdeki hukuk,
hukuksuzlukla besleniyorsa bizler hiçbir şeye dönüşemeyiz. Kendimizi sever görünürken,
kendimizden bile nefret ederek korkuyla bakarız aynalara. Tutunacak soylu bir
affedicilik, hoşgörü, şefkat ararız boşu boşuna. Çünkü bizim tarlalarımızda,
bahçelerimizde böyle bir şey yoktur; ekmediysek, dikmediysek, sürmeyip
sulamadıysak…
Filmin karakterlerine iyi bakın! Dört gözle değil, sekiz
gözle izleyip, sekiz kulakla dinlemeye çalışın. İçinizde açığa çıkacak kimyayı
vücudun sanatçıları inanılmaz bir adaletle hücre hücre dağıtacaktır size.
Güven Serin