Sayfalar

18 Mart 2015 Çarşamba

İLK KADIN (LUCY)


Kamera; Güven 


İLK KADIN (LUCY)

 Küçük kızım Doğa Irmağın tavsiyesiyle izlediğim film Lucy. Bir buçuk saatlik zaman diliminde, bilim ve bilim kurgunun dokunuşları, görselliği, düş ile gerçek arasındaki tünellere davet edişinin şaşkınlığı, dikkatiyle irdeledim.

  Sinema ilimi sayfalar dolusu düşüncelerini birkaç saate özetleyen çok önemli sanat dalı. İlk kadın sayılan Dişi bir maymun, insanın ilk atası olduğu tahmin edilen Lucy ile başlayan yolculuk aklımızı zorlayacak kadar ileri gidiyor.

 Bilim insanlarına göre zorlanan aklımız; yani bugün için beynimizin % 10 gibi kısmını kullanıyoruz. Bu film, beynimizin % 20, % 30 derken % 100 kullanıma geçince nelerin olabileceğini; insan tarafımızın nasıl değişip organizmanın; yani hücrelerin ölümsüzlüğe yol aldığını; bu ölümsüzlüğü bugünkü hislerimizle anlamamızın imkânı olmadığını da anlamaya çalıştım.

 Bilimin ışığında tahminlere göre dünyadaki yaşam 1 milyar yıl önce başladı. 4,5 milyar yaşında olan dünyamızın yaşama hazırlanışı bile ne büyük zaman içerinde gerçekleşmiş. Bütün bunlar, insanlar; bizler için ne kadar uzak, inanılmaz ve derin bilgiler.

  Bu film bilim kurgu aşamasında olmasına rağmen, değişen teknolojik, ilerleyen insan göz önünde bulundurulduğunda, sezgilerinizi de yanınıza alınca, yarınların bu görüntülerde olabilme ihtimalini anlamaya çalıştım.

 Yeryüzünün işleyişi ve insanın hiç durmayan merakı, araştırmaları filmde sıklıkla üzerinde durulan “ zaman kazanma” bilmecesini çok iyi çözüyor. Zaman kazanan insanın iki amacı üzerinde duruluyor;

1-Ölümsüz olmak
2-Çoğalmak

  Şu an yaptığımız şey, tam da budur; çoğalmak… Durmadan kendi genlerimizi çocuklarımıza aktarmak! Farkında olalım veya olmayalım; yaptığımız şey budur… Bilim insanları ise, bir an önce daha fazla yaşam, daha uzun ömür üzerine hiç durmadan çalışıyorlar. Çok yakın gelecekte insan ömrü 140–150 yıl…

 Yarınlar; gelecek, bilim kurgu olmaktan çıkacağı bellidir. İnsanın kazandığı zaman aralığında bir an önce ölümsüzlüğe koştuğu, bütün rüyalar bunun üzerine olduğu; bitmeyen insan savaşlarında, doymayan insan davranışlarında çözülmeye çalışılmalı!


 Bir nöron ile yaşamın, iki nöron ile hareketin başladığı 1 milyarlık serüven son yüzyılda akılları zorlayacak kadar hızlandı. Daha nelere tanıklık edeceğiz; neleri anlamadan göçüp gideceğiz; zamanın akışıyla birlikte izleyeceğiz…

 İnsan mucizesi, insanın anatomisi incelendikçe ortaya çıkıyor. Bugünkü sinir hücrelerine bile 400 bin yılda sahip olduğumuz düşünülünce, alınan yolun, hücrelerimizin sabrının büyüklüğünü düşünmekte zorlanıyorum.

 Her insanda bulunan 100 milyar nöron olduğunu düşününce, bilim insanlarının söylemesi; “ galaksideki yıldızlardan daha fazla bağlantı, kendi vücudumuzda var.” Ne büyük mucize; görkem…

  Lcuy filmin sonuna geldiğimde ciddi bir şaşkınlık yaşasam da, bilimin, hücrelerimizin alacağı yola saygı duymakla beraber; şu anki insan halime minnet duydum. Beynimin ister % 5, ister % 10 civarını kullanayım; normal insan yürüyüşü içinde, hücrelerimle dünyevi ölümsüzlük üzerine bir kargaşa yaşamadan, rüzgârı, güneşi, dağları, tepeleri, insan, hayvan seslerini bilip, duymanın ayrıcalığını, sıcaklığını; beyin kapasitem artıkça insan hislerimizden da ayrılacağımızın ayrılmamış haliyle; bedenime, bedenimi saran ruhuma teşekkür ettim.

 Film sonunda iki sanatçıyı düşündüm. Birisi şarkılarıyla, besteleriyle, davranışlarıyla dünya sanatına önemli bir miras bıraktı. Michael Jaekson.

 Diğeri ise ülkemizin yazarı olmaktan öte o da dünya yazarları arasına taht kurmuş birisi. Yaşar Kemal.

  İki sanat insanı arasında ve filmin beynime aktardığı değişim, bilim kurgu dokunuşlarıyla yaklaştım. Birisi sımsıcak. Diğeri ulaşılmaz kadar uzak ve soğuk. Birisi sürekli kendisi kalmayı başarmış. Diğeri kendisin olmaktan sürekli kaçmış. Birisi derisini, ırkını değiştirmekle korkunç girdaba düşmüşken, diğeri yaşadığı topraklara, milletine, insan paylaşımına, vefasına her türlü hilebazların, hokkabazların gülen yüzlerine sadece sanatıyla alkış vermiş; kendi ruhunu, bedenini daha da bu topraklara; Anadolu’ya kök salmış…

 Yaşar Kemal; bizi biz yapan insan erdeminin sımsıcak kişisi. Hırsını, kinini, öfkesini edebiyatın nezaketi, sevgisi, birleştiriciliğiyle sulamış.

 Öğrenme, merak, şaşkınlık ve sezgisel analiz var olduğumuz anı, özgünlüğü, doğallığı, sadeliği, edebi ve felsefi düşüncenin en insan, en evrensel halini çok iyi hatırlatıyor. Bu hatırlayış sayesinde, güne, geceye, sevdiklerinize sımsıkı sarılıyorsunuz; büsbütün doğa, doğallık oluyorsunuz; Lucy filminin kahramanının aradığı ölümsüzlüğün bir başka şekli; her yerde oluyor insan; aklının % 10’nu kullanırken…

 Güven Serin 




  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder