İnternet
KİMSESİZLERİN KİMSESİ
Bir beyit duydum,
kadim zamanlardan kalma; Bayburt Müftülüğü paylaşmış; Fatih Sultan Mehmet’e
ait;
“ Kimsesiz hiç kimse
yok, herkesin var kimsesi.
Kimsesiz kaldım, yetiş hey kimsesizlerin kimsesi.”
Yüce Yaratana
sığınır nice “Kimsesiz “ insan. Yaşadıkları, yattıkları, yedikleri ve
içtiklerini görünce; inanamazsınız ilk önce; burada insan yaşar mı, bu şekilde
yaşanır mı? Diye düşünür ve hayatın akışı içerisinde düşüncenizle birlikte
kaybolur gidersiniz…
Tekirdağ
Süleymanpaşa ilçemizde de nice kimsesizler yaşadı. Akrabası olduğu halde, bir
sürü “ Malum” sebepten dolayı, yalnızlığa bırakılmış veya yalnızlığa yelken
açmış insan; bizim gözümüzde “ İnsancık” öylesine yaşadılar. Sanki ağrısız,
sızısız ve cansız bir halde; zamanla, mevsimlerle birlikte akıp gittiler.
Halen yaşayanlar da
var Süleymanpaşa’nın caddelerinde, sokaklarında; hiç kimseye şikâyet etmeyi bilmeden,
yüce Yaratıcıya teslim olmuş, içgüdüleriyle; sanki bütün yükleri sırtlarından
atmış; bizlere göre, sefil bir görüntü içinde, onlara göre; sınırsız özgürlüğün
ağırlıksız yaşamı…
Yakup da öyle
birisi; görünürde kimsesizlerin kimsesine muhtaç! Bir ara, Dağlı Mehmet ile
arkadaşlık yapıyorlardı. Sonra ne olduysa araları bozuldu; yalnızlığın engin
denizlerine sadece kendine ait olmayı seçti. Bu seçim ve ilerleyen zaman; belini,
boynunu daha da büktü. Bütün bunlara rağmen elinde bir poşet; içinde kim bilir
neleri var. Kış günleri sıcak bir kahvehanenin köşesinde, kahvecinin insafına
teslim olmuş bir içgüdü, hayvansal bir sokulma ile yazın sıcak güneşi içerisinde,
kışlık kabanı üzerinde. Bağrı açık, boynu iyice bükük! Ayağının aksaması daha
da artmış; belli ki bir sürü sorunu var.
Yakup ne yapsın?
Bunca insan, kendi malı-mülkü, iradesiyle yetinmeyip sürekli kavga ederken,
sesini kime duyursun! Şairin; Edip Cansever’in Yakup’u gibi;
“ Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kez söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç ÇAĞRILMADIM!
Biri olsun “ Yakup “ diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim”
Bizim Yakup’a da hiç
kimse “ Yakup “ demedi. Belki birkaç iyi insan-esnaf onu bir derviş sanıp veya
kendince bir sevaba girme düşüncesiyle koruyup kolladı kendilerince… Ama ne
kadar? Yakup’a; “ Yakup “ diye seslenmediğin sürece; içindeki durgun e çürük
suları atmadığı, yıkanıp paklanmadığı sürece Yakup, Yakup olabilir mi?
Kurumlarımız var
Yakup gibi; boynu bükük, ayağı aksayanları, kimsesizlerin kimsesini arayanları kollamak,
korumak adına. Ama yeterli mi? Bu kurumların ölçme-değerlendirmesi nasıl
yapılır; bunca kimsesiz etrafta veya evinin kör kavuğunda yaşarken…
Hüseyin de böyle
kimsesizlerden birisi. Kasıklarındaki büyük-korkunç şişliği taşımaktan gocunma
duygusunu çoktan kaybetmiş, kimsesizlerin kimsesi, onu da koruma kalkanı altına
öyle almış; caddelerde, kendi kendine konuşarak dolaşma şekliyle… Bir de
gülümsemesi var Hüseyin’in; sormayın; güllük-gülistanlık bir neşe içinde…
Esnaf Şükrü de böyle
insanlardan birisi; o da, kimsesizlerin kimsesini sesleniyor; hafızasını kâh kaybedip,
kah bularak. Ona bırakılan yemeği, kedileri beslemek için kullanırken bile
teslimiyetin saf haliyle bakıyor; günahsız, dermansız ve hafızasız…
Bunca telaş, tüketin
ve kargaşa içerisinde halen oturtulamayan kurum-kuruluş bilincimiz; eksik olan
toplumsal vicdanımız; sadece görünce ACIYARAK bakmak; merhamet sahibi
olduğumuzu göstermez. Yaşama; kimsesizlere dokunmak, onlar için kesin çözüm
bulmak için her insanın yapacağı bir şey olmalı…
“ Ve kendine bilmeyenler yaratan Yakupum, ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya! “
İşte böyle dostlarım.
Telaşımız çok büyük. Kargaşamız da öyle. Kapımızın biraz ötesinde, şehrimizin
ana caddeleri, tenha yerlerinde; nice çağrılmayan Yakup, fark edilmeyen Hüseyin,
yitik hafızası ile Esnaf Şükrüler; bizleri sınayan uçsuz evrenin yüce
Yaratıcısı tarafından çoktan fark edilmiş de bizlerin cümbüşü, merhameti ve
becerileri sınanıyor sanki…
“ Kimsesiz hiç kimse yok, herkesi var kimsesi
Kimsesiz kaldım, yetiş hey kimsesizlerin kimsesi”
Güven SERİN