KAPANAN DÜKKÂNLAR,
ARDINDA KALAN GÖZYAŞLARI
Sürekli çalınan, dinlenen şarkılardan
klasik eser haline gelmiş olanlardan birisi de, Cem Karaca’nın Resimdeki
Gözyaşları eseridir. Gönül verilmiş, insan ruhuna sanatçı titizliği ve
marifetiyle dokunmuş, artık toplumun bir parçası olan mekânların kaybı, acı vericidir.
Sadece gözyaşları değil, gönül yaşlarını da tetikler…
Sözünü edeceğim dükkân şehrimizin sosyal,
kültürel yaşamının elli yıl içerisinde olan TARSAL benzeri, bu şehirde yaşayan
birçok insanın ortak anısı olduğu bir yerdi… Artık yok ve geri gelmesi de bir
rüya…
Ekonomik politikalar ve yanlış tercihler
yüzünden kapanan esnafımızı anlamadık ve anlatamadık. Bunca dernek ve oda, öne
çıktıkları en hakiki marifet:
—Sadece aidat toplama telaşı…
Sözünü edeceğim esnaf ise bu tür ekonomik
politikalar yüzünden kapanan dükkânlardan değil. Müşterisi oturmuş, çalışanı oturmuş,
kendini ispatlamış pekâlâ beş on kişiyi her daim besleyecek, bakacak düzeydeydi.
Bu dükkânın kapanışı gözlemlerim ve dinlediklerim sayesinde, tamamen kişisel
hata…
Bir kişinin hatası, trajediye döner mi dönmez
mi çevremize biraz bakarsanız, koşulsuz duygularla değerlendirirseniz
söylediklerimi de anlamış olursunuz…
Burayı var eden kişi, birinci kuşak,
çalıştıran esnafın babasıydı. Neredeyse yoktan var edilmiş, şehir insanlarının
güvenini kazanmış içeride oturacak yer bulamadığımız bir yerdi…
Baba ölünce, zaten babanın yanında çalışan
oğul aynı işi, ikinci kuşak olarak devam ettirme kararı aldı. Çok iyi de yaptı.
Kırk yıl harcanmış emeğin, kazanılmış tecrübelerin hepsi bu mekânda olması gerekirdi.
Çalışanları ve babadan sonra müşterileri olduğu gibi oradaydı.
Peki, ama ne oldu da bu dükkânın sonu, tıpkı
zamansız ölen insanların sonu gibi trajediyle bitti?
Bu bol acılı sonu anlatayım dostlarım! Sizler
de bir güzel dinleyin ama “iyi olmuş, hak etmiş!” sözlerinizi sadece kendinize saklayın.
Böyle değerlendirme bu tür dükkânların kapanmasını anlatmıyor. Anlatamaz da…
İkinci kuşak olan bu çocuk, savunma sporu
olarak birçok sporu öğrenmiş, kendisini savunma konusunda uzman hale gelmişti.
Spor yapmak, özellikle sporcu felsefesiyle buluşmayı önemsiyorum. Öyleyse niçin
bu acı son, bu korkunç iflas?
Ömrünü sadece savunma sporlarına adayan bu çocuk,
ruhu koruyacak, ruhumuzu, bizi biz yapan karakterimizi savunacak; sosyolojiyi,
edebiyatı, psikolojiyi, ekonomi bilimini yok saymış da ondan…
Dikkat ederseniz birçok kapanışta, iflasta,
toplumsal felaketlerde yine insanın bireysel hataları, yangını alevlendirecek zamansız,
gereksiz tavır ve davranışları değil de nedir?
O kapalı, bir zamanlar bir sürü insanın çalıştığı,
masaları dopdolu olan yerin önünden her geçişimde, kan bağım, dostluğum olmayan
o çocuğu düşünmeden edemiyorum. Gözlerimden yaş süzülmüyor ise defalarca testten
geçiriyorum kendimi; gönlümden süzülen yaşların haddi hesabı belli değil!
Hep sorarım kendime; niçin bu kadar uzağız;
bütçe denen basit şeyi anlamaya? Gelirler ve giderler denen şey, sadece kitap
okumakla kazanılmıyor…
Bir söz okumuştum bir zamanlar; “ Her sabah
uyanınca bana ait yaşamı kucaklıyor, bu yaşamın hakkını vermek için güne
başlıyorum.” Diye…
Bu çocuğu, bu zenginliği, bu kültürel ve
sosyal faydaları olan mekânı batıran, hiç önemsemediğimiz birçok insanın çok
küçük ve hor gördüğü sebepler… Edebi, sosyal, kültürel, sosyolojik sebepler…
Daha kim bilir kaç aileyi, kaç milyon insanın felaketi olacak belli değil…
Tam da burada kurum ve kuruluşlar, oda ve
dernekler de sahnede olması gerekmez mi? Tek konuşulan şey, hep kazananın
yanında olmak mıdır? Ya kaybedenler?
Güven SERİN
2 yorum:
O kişinin hatasının sadece kendisini değil, mekânla bağ kuran insanları da etkilediğine; muhafaza edilmesi gereken kimi değerlerin nasıl çarçur edildiğine dair anlamlı bir yazı. Düşündürücü. Hassasiyetiniz, konuyu analiz yeteneğinizle değerlendirip en azından bu mecrada görünür kılmanız da çok kıymetli. Tebrik ederim Güven Bey.
Toplumu oluşturan insan öyküleri,her yönüyle büyük bir tiyatro sahnesi olan yaşam ve bu yaşama anlam katan öykülere verdiğiniz değer,önem için teşekkürler; çok sağ olun...
Yorum Gönder