BU KAÇINCI
SONBAHAR
Elimde
bir dergi, yıllar önce alıp tekrar okurum diye bir kenarda unutmuşum… Başka bir
şey ararken bulup tekrar eve getirip okuduğum, okurken sanki adresini
bilmediğim birçok yerin anahtarları sunuluyor:
—Al bu anahtarları ister şiire, ister öyküye, sevince, ürüne dönüştür: -Hissiyatı içinde her sayfasını tekrar okudum. Geçen zaman içinde insan nasıl değişiyor, nasıl dönüşüyor, yıllar önce okuduğu dergilere, kitaplara, izlediği filmlere bakarak anlamak mümkün…
Kafa Dergisi, arka kapağında Ara Güler’in çektiği bir fotoğraf var. Muhtemelen Adalet Ağaoğlu’nun ellili yaşlarında, çok güzel; alımlı ve derinliği olan bakışların bakışları altında, sanki sizinle her an konuşacak, dertleşecek bir halde bakıyor. Bu bakışlarda bir sükûnet mi, anlatılamayan nice olayı anlatamayıp, yazamamak; yetişememek mi, belli değil…
Fotoğrafın üzerinde şiir tadında birkaç sözcük, birkaç renkten oluşuyor;
“ Bu kaçıncı
Sonbahar,
Kimsenin
Kimseyi
Isıtmadığı…”
Sanıyorum Adalet Ağaoğlu’nun Ruh Üşümesi romanında geçen şiirsel dil, sözlerden alıntı yapılmış… Tam da bir başka sonbahar günü… Bir sonbahar çocuğu olarak; hangi zamana gittim, hangi zamanın anahtarını aldım; bilemedim…
Yüreğimle söylemeliyim ki, yazı diline yakın olanlar için sonbahar sıra dışı bir buluşma, gezi ve seyahat anıdır. Ağaçların, bitkilerin yapraklarındaki dönüşüm; sadece ölümü; kahve, sarı ve kızıl rengi simgelemez! Aynı zamanda yaşayan gezegenin yaşama akış anı, dönüşümü de anlatır; yola çıkmış yolcunun evrimin peşinde koşan o ıssız haline…
Adalet Ağaoğlu, şiirle başlayan, oyun yazarlığıyla ve daha sonra roman yazarlığına uzanan ve neredeyse bir ömür yazma aşkını, en hakiki âşıklar gibi yaşayan bir sanatçımız…
O kadar çok zenginliğe sahip ve adanmış insanımız olduğu halde, bu değerlerin sanat, edebiyat, felsefe yolculuklarını yeni kuşaklara bir türlü taşıyamıyor, aktaramıyoruz.
Günümüzün teknolojisi; sesli, görüntülü kayıt sistemlerinin çok gelişmiş olmasına rağmen,istikrarlı,bağımsız ve sanatla iç içe yaşayan kurum ve kuruluşların yetersizliği,sönük anma-hatırlama ve canı olmayan belgesellere tutunarak,sokularak bu değerlerimizi tekrar BULMAYA çabalıyoruz.
Toplumların öncüsü olan aydınları biz yeterince anlayamazsak, aynı zamanda kendimizi, çevremizi de yeterince anlayamayacağımız bellidir. Yaşadığımız yerlere bağlanamama, ikinci ve üçüncü kuşakların atalarından kalan kültürel mirası aktaramama ve sürekli göç, bu yüzden olabilir mi acaba?
Adalet Ağaoğlu’nun bir röportajında ona sorulan bir soru karşısında verdiği cevap, bugünün aydınlarını, özgür irade sahibi insanları düşündürmesi gerekiyor:
—Türk kültür hayatında süreklilik yok. Kopuklu bir yaşam var…
Sürekliliği olmayan hiçbir yaşam biçiminden huzur verici, kalıcı, iz bırakan kültürler bekleyemeyiz. Bunca insan, emek, zorlu yaşamlar ve geriye kalan izi, sanı olmayan, bir süre sonra hiçbir şekilde hatırlanmayacak olan değerler…
Birkaç dize; ne çok şey; “ Bu kaçıncı sonbahar/Kimsenin kimseyi ısıtmadığı” dünü ve günü, hatta yarını acıklı ve sorgulayan bir şekilde anlatmıyor mu?
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder