"Ölüm son çare! ölümü yedekte tutacağız! "
CELLÂT AĞLADIĞINDA
Lübnanlı yazar Amin
Maalouf “ ölüm son çare!” anlatımını şöyle destekler;
“ Ölüme son çare olarak bakmalısın! Hiç kimsenin seni
alıkoyamayacağını bil! Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut! Sonuna
kadar… “
Felsefenin zirvesine
oturmuş Sokrates tam da böyle yapmıştır. Ölüm zamanı geldiğinde zehir dolu tası
büyük bir soğukkanlılıkla istemiştir.
Sokrates ölüm
zamanını beklerken onun ölümü için baldıran zehri hazırlayacak cellât da ona
oldukça insani hisler besler.
Zaman gelmiştir.
Cellât ölüm tasını getirdiğinde ağzından şu sözcükler dökülür;
“ Burada geçirdiğin zaman içinde seni tanıdığım kadarıyla,
sen buraya şimdiye kadar getirilenlerin arasında en cömert, en nazik en iyi
adamsın… Getirdiğim mesajın ne olduğunu biliyorsun; Güle güle arkadaşım,
kaçınılmaz olana katlanmaya çalış.”
Cellât bunları
söyledikten sonra gözyaşları içinde arkasını döner ve hücreden çıkar… İşte tam
da burada devreye filozofun yaşam felsefesi girer devreye. Yani yaşam kadar
ölümün de kutsal olduğunu kaçınılmaz bir şey olduğu için, yasa ve adaletin
yanlış da olsa karar vermesini soğukkanlılıkla karşılar ve elinde zehir dolu
tasla cellât içeri girer. Sokrates;
“ Evet, dostum, sen bu meselelerde uzmansın, şimdi ne yanmam
gerekiyor?”
“ Sadece iç ve bacaklarında bir ağırlık gelene kadar
hücrende dolaş.”
Cellât işini iyi yapmış, hazırladığı baldıran zehri bir süre
sonra görevini yapmıştır; Sokrates sevdiklerinin ve cellâdının gözyaşları
arasında ölüme geçmiştir.
Ölüm, soğuk, ölüm
sonsuza uzanan büyük mesafe! Birçoğumuz en yakınımızda gördüğümüz zaman kâbus
sanırız. Olamaz! Olmamalı! Hâlbuki biz doğmadan önce da vardı ve doğduktan
sonra da her an her yerde yer değiştirir canlar…
Sonra çağımızın başka
düşünürü girer devreye; Amin Maalouf;
“ Diyelim ki gece bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu
bilirsin! Ve kurtulmak için başını biraz oynatman yeter. Her şey daha basit
daha dayanılır hale gelir. Ve bir bakarsın en korktuğun şeyden zevk alır
olmuşusun.
Hayat seni
korkutuyorsa, içini yakıyorsa; en yakınların çirkin maskeler takmışsa hayat
BUDUR de! İkinci kez çağrılacağın bir oyun olduğunu söyle! Zevk verici ve acı
çektirici bir oyun. İnanç ve aldatmaca oyunu… Maskeler oyunu.
Onu sonuna kadar
oyna! İster oyuncu olarak, ister izleyici olarak…”
Evet, dostlarım; ölüm
son çare; ama yedekte bekleyen bir şey! Bunu bildikten sonra bize düşen en
güzel şey; yaşamın oyuncusu olmak… Bazen seyircisi, bazen oyuncusu ve bazen
yöneticisi…
İnanın bana; hangi
bölümünde olursanız olun, içene katacağınız bir parça maya, edebi ve felsefe
içtenliği yoksa bu muazzam oyunu baştan kaybetmiş, yaşayan ölüler gibi yaşamın
her anından zevk almaktan öte eziyet görürüz.
Dikkat edin
kendinize; bir parça duraklayıp sorgulayın. Sürekli ağlanan, şikâyet eden
insandan tam olarak kim hoşlanır? Hâlbuki sıradan bir insanın, en altta bulunan
bir canlının küçük bir espirisi, gülümsemesi, hoşluğu ne kadar önemlidir bazen…
Tam da burada, herkes
çok önemlidir; öneme dair güzelliklerin farkına varmasıyla birlikte, en altta
sanılan çobanın bile ne büyük öneme sahip olduğunu, en güzel koyunları,
oğlakları yetiştirerek, en güzel çayırların yakınında, en değerli köpekleri ve
kavalıyla, özenesi bir hal alır.
“Ölüm son çare… Ölümü
yedekte tutacağız; sonuna kadar…”
2400 yıl önce,
yaşamın 70’li yıllarında yaşlılık ile felsefenin en güzel zamanı Sokrates bunu
biliyordu; onu ölüme gönderenlerin fermanı onu şaşırtmadı; savunmasında, ölüme
değil, adaletsizliğe dikkat çekti.
Sık sık önemsenmeyi,
anlaşılmayı isteriz. Hâlbuki ilk önce önemseme ve anlamak parkurundan geçmemizi
önerir yaşam. Tam da burada biz ayrılırken bu diyardan belki de bizi
sevmeyenler bile cellâdın ağladığı gibi ağlayacaktır; adil, cömert bir yaşam
izleri bıraktığımız için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder