Sayfalar

26 Mayıs 2016 Perşembe

CELLAT AĞLADIĞINDA...


"Ölüm son çare! ölümü yedekte tutacağız! "


CELLÂT AĞLADIĞINDA

  Lübnanlı yazar Amin Maalouf “ ölüm son çare!” anlatımını şöyle destekler;

“ Ölüme son çare olarak bakmalısın! Hiç kimsenin seni alıkoyamayacağını bil! Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut! Sonuna kadar… “

  Felsefenin zirvesine oturmuş Sokrates tam da böyle yapmıştır. Ölüm zamanı geldiğinde zehir dolu tası büyük bir soğukkanlılıkla istemiştir.

 Sokrates ölüm zamanını beklerken onun ölümü için baldıran zehri hazırlayacak cellât da ona oldukça insani hisler besler.

  Zaman gelmiştir. Cellât ölüm tasını getirdiğinde ağzından şu sözcükler dökülür;

“ Burada geçirdiğin zaman içinde seni tanıdığım kadarıyla, sen buraya şimdiye kadar getirilenlerin arasında en cömert, en nazik en iyi adamsın… Getirdiğim mesajın ne olduğunu biliyorsun; Güle güle arkadaşım, kaçınılmaz olana katlanmaya çalış.”

  Cellât bunları söyledikten sonra gözyaşları içinde arkasını döner ve hücreden çıkar… İşte tam da burada devreye filozofun yaşam felsefesi girer devreye. Yani yaşam kadar ölümün de kutsal olduğunu kaçınılmaz bir şey olduğu için, yasa ve adaletin yanlış da olsa karar vermesini soğukkanlılıkla karşılar ve elinde zehir dolu tasla cellât içeri girer. Sokrates;

“ Evet, dostum, sen bu meselelerde uzmansın, şimdi ne yanmam gerekiyor?”

“ Sadece iç ve bacaklarında bir ağırlık gelene kadar hücrende dolaş.”

Cellât işini iyi yapmış, hazırladığı baldıran zehri bir süre sonra görevini yapmıştır; Sokrates sevdiklerinin ve cellâdının gözyaşları arasında ölüme geçmiştir.

 Ölüm, soğuk, ölüm sonsuza uzanan büyük mesafe! Birçoğumuz en yakınımızda gördüğümüz zaman kâbus sanırız. Olamaz! Olmamalı! Hâlbuki biz doğmadan önce da vardı ve doğduktan sonra da her an her yerde yer değiştirir canlar…

 Sonra çağımızın başka düşünürü girer devreye; Amin Maalouf;

“ Diyelim ki gece bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu bilirsin! Ve kurtulmak için başını biraz oynatman yeter. Her şey daha basit daha dayanılır hale gelir. Ve bir bakarsın en korktuğun şeyden zevk alır olmuşusun.

   Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa; en yakınların çirkin maskeler takmışsa hayat BUDUR de! İkinci kez çağrılacağın bir oyun olduğunu söyle! Zevk verici ve acı çektirici bir oyun. İnanç ve aldatmaca oyunu… Maskeler oyunu.

  Onu sonuna kadar oyna! İster oyuncu olarak, ister izleyici olarak…”

 Evet, dostlarım; ölüm son çare; ama yedekte bekleyen bir şey! Bunu bildikten sonra bize düşen en güzel şey; yaşamın oyuncusu olmak… Bazen seyircisi, bazen oyuncusu ve bazen yöneticisi…

 İnanın bana; hangi bölümünde olursanız olun, içene katacağınız bir parça maya, edebi ve felsefe içtenliği yoksa bu muazzam oyunu baştan kaybetmiş, yaşayan ölüler gibi yaşamın her anından zevk almaktan öte eziyet görürüz.

 Dikkat edin kendinize; bir parça duraklayıp sorgulayın. Sürekli ağlanan, şikâyet eden insandan tam olarak kim hoşlanır? Hâlbuki sıradan bir insanın, en altta bulunan bir canlının küçük bir espirisi, gülümsemesi, hoşluğu ne kadar önemlidir bazen…

 Tam da burada, herkes çok önemlidir; öneme dair güzelliklerin farkına varmasıyla birlikte, en altta sanılan çobanın bile ne büyük öneme sahip olduğunu, en güzel koyunları, oğlakları yetiştirerek, en güzel çayırların yakınında, en değerli köpekleri ve kavalıyla, özenesi bir hal alır.

 “Ölüm son çare… Ölümü yedekte tutacağız; sonuna kadar…”

 2400 yıl önce, yaşamın 70’li yıllarında yaşlılık ile felsefenin en güzel zamanı Sokrates bunu biliyordu; onu ölüme gönderenlerin fermanı onu şaşırtmadı; savunmasında, ölüme değil, adaletsizliğe dikkat çekti.

 Sık sık önemsenmeyi, anlaşılmayı isteriz. Hâlbuki ilk önce önemseme ve anlamak parkurundan geçmemizi önerir yaşam. Tam da burada biz ayrılırken bu diyardan belki de bizi sevmeyenler bile cellâdın ağladığı gibi ağlayacaktır; adil, cömert bir yaşam izleri bıraktığımız için…


 Güven Serin 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder