Hangi sağlamlık,hangi zırh? Ruhsal bir sağlamlıktan öte
korur bizi... Mutluluğun,temelinde % 90 ruhsal
dinginlik yatarken;yapaylığın peşinde koşmaya
yorulmuş,yorgunluğu yorumlamaktan korkan insanlık...
SAĞLAM BİR ZIRH YAPACAĞIM KENDİME
Hangi zırh, hangi
sağlamlık yeterince bir güvence? Ömürlerini üç metre duvarlar ardında geçiren
nice insan; şehirler büyüdükçe, hak ve adalet dengesi arttıkça korkular ve önlemler
de artıyor.
Eğer ki çok güzel bir
binayı göremeyecek-görünmeyecek kadar koruma altına alıyorsak, onun
güzelliğinin bir yanı yok demektir. Oraya rüzgâr, gün ve insana dair sevgi
yeterince giremeyecektir.
Ölümsüz sanılan
Akhilleus (Aşil) dünyanın en büyük efsanevi kahramanı sanılan büyük savaşçı,
annesi tarafından ölümsüzlük ırmağına batırılırken sol topuğundan tutulduğu
için sadece oradan vurulursa öleceğine inanılıyordu. Gün geldi oradan da
vurulup, ölümsüz sanılan kahraman bile öldü…
Şimdi, ne Sümer,
Hitit, ne Yunan ne de Roma tanrıları var etrafta. Bütün güçler, sağlamlık ve
önlemler değişime adanmış evrenin saygın çocuğu dünyanın değişmeden kalması
mümkün görünmüyor.
Ataları Türkiye,
İstanbul olan İskenderiyeli şair Konstantinos Kavafis de ona ait zamana,
sağlamlıkla tutunmak istemiş. Onun sağlamlığı, alacağı önlemler; kralların,
hükümdarların, yalı, yat sahiplerinin önlemleri gibi değil elbet!
İfadesinde,
sözcüklerinde ki gibi;
“ Sağlam bir zırh
yapacağım kendime;
Sözlerden, kişiliklerden, güzel davranışlardan bir zırh…
Böylece çıkacağım
karşısına kötü insanların; korkusuzca ve hiçbir zayıflık duymadan!
Zarar vermek
isteyecekler bana. Bilemeyecekler ama saldıranların hiçbiri; nerededir
YARALARIM, nerededir incinebilir yerlerim…
Göremeyecekler beni
örten yalanların altında…”
Edebiyata, felsefeye
adanmış felsefenin alacağı önlem, sağlam bir zırh ancak böyledir işte! Sözlere,
kişiliğe ve güzel davranışa sığınmak…
Niçin korkulur bu
güçten? Niçin ana sınıflara, kreşlere daha çok gün, oyunla birlikte edebiyat,
felsefe girmez?
İnsanın aldanışı
belki de dünyevi zevklerin en güzel, en görkemlisi ve en işe yaramazıdır… Bunca
tarihsel kişilik, önemli olay, savaş, zafer ve kahramanlık bir yana; insanın
ilime, sanata olan adil birleştiriciliği bir yana…
Mazeret arıyorsa kaba
insan; her daim bir sebep bulmak istiyorsa yaşarken ölüme-öldürmeye; her an ve
oldukça fazlasını bulacaktır. Renk, dil, din, zenginlik, zarafet hepsi ayrı bir
sebep olacak; daha önce olmuş, büyük krallıkların çöküşünü hazırlayan
ışıltılar, güç gösterileri ve ihtişamlı orduların yenilmesi gibi…
Tüm dünyayı almak
isteyen 33 yaşındaki Büyük İskender’i yerle bir eden virüs ve ölür ölmez dörde
bölünen ülkesi-ülkeleri; her an yaratmaya çalıştığımız kendi kişisel egomuz,
zenginliğimiz ve soylu gururumuz gibi, biz daha ölür ölmez parçalanmaya,
çürümeye yol alacağı bellidir.
Felsefe, edebiyat
zarar verecekleri; adım adım, yudum yudum, santim santim hesaplar. Ve her daim
kendi savunmasını yapar; zehir tasını içerken bile yüzyıllara dair alacağı
kalıcı ve ebedi yolun yolculuğunun hikâyesini yazar.
İstanbul’da 3 yıl
yaşayan Kavafis sonunda doğduğu yere İskenderiye’ye döner. Bir mektupta
buradaki yaşamı şöyle anlatır;
“ Sonunda
İskenderiye’ye alıştım ve zengin de olsam, büyük olasılıkla burada kalırım
artık. Ama nasıl da ağır geliyor bu bana.
Ne zorlukları ne
ağırlıkları var küçük bir kentin. Ne büyük bir özgürlük yoksulluğu…”
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder