Kamera; Güven Musa Dağı
Millet gider Mersine, ben gider tersine tersine.
Tüm yürüyüşçüler Olimpos Adrasan yolculuğu yaparken,
ben Adrasan Olimpos yürüyüşü yaptım. Gezgin ruhu,
patikalarda durup yol verip nazikçe selamlama ile
beslenir; herkes kendi dilinde selamlar, tabiat ise
kendi sonsuz diliyle; kokular,sesler ve görüntüler...
Kamera; Güven Musa Dağı tırmanışı birazdan sona erecek.
Bir yudum suyumun kaldığı anlar; bütün güzellikler masalımsı
ama ben illa ki "su" diye inliyorum.
Nasıl ki fizik,matematik, kimya formüllere muhtaçsa,
insan,insanlık yolunda formüllere ihtiyaç duyar; bazen
bu formüller çıkar devreden ve mistisizm sokulur nazikçe.
Eğer, yürüyüşe koşulsuz çıktıysanız, dağ,orman,kent
sizi test etmiş ve kabul eyledilerse; sadece olanları,sıra dışı
bir güzellik içinde kabul ediniz; açıklamaya zorlanacağınız
kadar sıra dışı...
Kamera; Güven Musa Dağı. Zirveye çıktığımda güzel
sürpriz, taş bir kulübe... Elbet benim de ona bir
sürprizim vardı; yorgun kaslarım, kurumuş boğazım
ve beni test eden ümitsizliğim...
Kamera; Güven Musa Dağı
Bir gezginin bıraktığı temiz su; bir miktarını aldıktan
sonra geriye bıraktığım yaşam kaynağı...
Bir dakika önce sesli düşünüp "su" diye yalvaran
bedene, böyle bir hediye, sıra dışı harika bir
sunum değil midir? Sanki yüz yıldır su içmemişler
bilirler; üç yudum suyun nasıl iyi geldiğini; ve
koşulsuz bakışa, boşluğun enerjisine, insana
süzülmüş bütün elementlere şükran..
Kamera; Güven Likya yolu,seçenekler gösterisi,
kokular,sesler ve düşler diyarı gibi bir yer;
ağır ağır birleşiyorsunuz,dağılan diğer atomların ait oldukları
zamanların hikayeleri,ruhlarıyla.
Kamera; Güven Likya yolculuğu en tenha zamanlarda
içsel kargaşa ve oturuşma yaşanırken bu köpek
çıktı karşıma; hiçbir şey vermediğim, veremediğim,
köpek,üç saatlik yolculuğu, arkadaşlığı tam bir
gösteriye dönüştü. Zorlu patikalarda daima öne
geçme telaşı. Puslu geçitlerde önceliği ele alıp derhal
yolun güvenliğini sağlaması; sadece içsel olmaktan
öte dışsal sarhoşluğumu da tetikledi.
Kaya Anıtları ise, gezginlerin en güzel anlaşma, yardımlaşma
çeşidi; Likya işaretini göremediğiniz zamanlar böyle
insan eliyle yapılmış küçük anıtları görünce, doğanın,
tarihin, uygarlıkların evrensel dili; "merhaba,doğru yol burası"
diyor.
Olimpos'a indiğimde tek şey düşünüyordum;
dondurma :)) Böğürtlenli dondurmayı nasıl
yalayıp yuttum, görülmeye değerdi:))
ADRASAN OLİMPOS ARASI
Doğa test ediyor
beni; acemiliğimi, amatörlüğümü, her şeyden önce sevgimi. İlk önce küçük bir
dere, Musa Dağının eteklerinde, küçüklüğüne bakmadan küçük bir taşın haylaz
şımarmasıyla; derenin serin sularına yan batmış bir gemi gibi süzüldüm.
Dereye batmayan
vücudum, batan kısımla denk görünüyordu. Her düşüşün güzel, gülünç şekli olur.
Bu gülünçlüğü, sınamayı, ağacın, çiçeğin birçok çeşidi gördü de, insanlığın bir
tek çeşidi görebildi; kendim. Gülümsedim ağlanacak halime.
1.78’lik boyumla
uzandım yatağın deresine. Taş mekanın temiz çarşaflı yatağının sıcaklığının
tersi, serin ama eksik bir kutsama töreniydi. Gün ılıktı, çamlar dingin,
gelincikler oldukça kırmızı… Musa Dağı, Adrasan Kalesi yine hep aynı yerinde;
uygarlıkların birbiriyle iletişim kurduğu patikaların can suyu taşıdığı, her
yüksekliğin başka bitkilere, ağaçlara ev sahipliği yaptığım o yer…
Islanan telefonum
çalışmadı bir süre. Rüzgârın, güneşin tamirciliğinin bu kadar iyi geleceğini
bilmezdim önceleri. Adrasan Kalesi bu iş için en iyi yükseklik; Adrasan koyunu
izlemenin, korkunç güzellikleri ışığın gösterisine çeviren dağların seyir
zevkine varılacak bu yer, Likya yürüyüş planımın en değerli enerjimi, suyumu da
bıraktığım yer oldu.
Likya Yolu, antik
yolların en son keşfedilenlerinden ve en muhteşemlerinden birisi; toplam
uzunluk 509 km. Tam olarak yürümek 30 günü göze almak demek. Amatörlülüğün en
güzeli de iddianızın da en hafif olması demektir. Bu yüzden Likya yolunu kısım
kısım geziyorum. En güzel bölümlerden birisi olan Adrasan Olimpos arası,
tırmanma ve iniş, iki dağın, iki büyük hikayenin, kuzey ile güneyin, doğu ile
batının da besleyiciliğine tanıklık etmeme destek oldu. Bir koydan, bir koya;
yüzlerce yıllık ticaret yollarının bir armağan gibi, gezi dünyasının maceralı,
meraklı insanlarına armağan edilişi; oldukça düşündürücü…
Şimdi gelelim, soylu
merakımın harika enayiliğine. Güzelim Likya yolu düşlerin uyuyan bedeni gibi
hazır uzanmış yanınıza, doğanın bin bir çiçeği gibi koksun, 16 km’lik Likya
yolu sizi beklesin ama siz gördüğünüz ilk tabelaya kanın. Bu tabela Musa
Dağının koya bakan kısmında bulunan yeri; Adrasan Kalesini işaret ediyordu.
Oysa enerjim de, yiyeceğim, suyum da 16 km’lik Likya yolu içindi. Adrasan
Kalesi tırmanışı oldukça zor ve hızlı gerçekleşti. Hem zamana, hem heyecana,
hem meraka karşı yarışan soylu bir şövalye gibi, yel değirmenlerini devler
olarak görmüş tırlatmış birisi gibi…
Olan oldu tabi, en
kıymetli hazinelerim, suyum ve kaslarımın enerjisi, oldukça önemli bölümü daha
Likya yürüyüşüne başlamadan tükendi. Kösnül bir aygır, boğa nasıl aranırsa
bönde öyle arandım yolun görünmeyen yolcularını. Kim bilir kaç kez, kaç yük
hayvanı, kaç umut, yük; yiyecek, içecek taşıdılar. Zorlu ve güç olan patikalar,
dağ geçitleri; taşıdıkları yükün çok değerli ve pahalı oluşunu da anlatıyordu.
Hiç terlemediğim
kadar ter, hiç susamadığım kadar su; hiç yalnız olmak arzusuyla donatılmadığım
kadar arzu… Elbet yanımda gamlı prenses Tezer ve hayatı sıradanlıktan çok öte
sorgulayan Pavese var;
“ Bu kişiler tek bir
olguya varma çabasındalar; Özgürlük olgusuna. Toplumun akılla bağdaşmayan
zincirleri karşısında, bireyin kazanmak istediği bağımsızlık olgusuna...”
Büyük gezginler, usta
şairler, marjinalliği önce zanaate, sonra sanata dönüştürenler; Likya Yoluna
can veren kırmızı beyaz çizgiler ve bu çizgilere ruh katan bilginler; hepsi
hemen yakınımda, ağaçların gölgelerinde, çiçeklerin tomurcuklarında, ışık
yansımalarında, peşime takılan, hiçbir beklentisini karşılamadığım halde bana
arkadaşlık eden köpeğin gönüllü yürüyüşünde. Musa Dağı ile Olimpos’un
birleştiği zirvede, bir düğün töreninden da güzel olan suyu bırakan düşünceli
gezgine sarılmanın güzelliği içinde dinledim onları.
Ümit ile ümitsizliğin
zirve yaptığı yerdir dağ yürüyüşleri. Yalnızsanız, en ufak işaret, bir anıt
gibidir. Bir damla su koca bir yudum içecektir. Bir köpek, en hakiki, en
sadakatli dost…
Dağların anlatacağı
çok şey olduğu gibi, sakladığı çok hikayeler de vardır. Dağlar olmasaydı,
bugünkü insan uygarlıkları da zor olurdu; var olduğumuz suya dönerdik tekrar; o
yüzden dağlara şükran borçluyuz, dağlara adanmış her yol, yolculuk insanın
kendi yarattığı garip koşturmaca karşısında önemsiz görünse de önemlidir.
Yürüyüşüm, insanlık
yürüyüşüne koşulsuz destek olanların edebi seslenişleriyle her küçük taş
kulesinin, işaretinin merhaba değişiyle küçük dinlencelere dönüştü. Yine böyle
bir dinlencede Paveze konuştu usul usul;
“ Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, âşık olmakla
yetinmezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entelektüel örgüsü
yoktur.”
Bu da benim öykümdür;
amatörlüğün en hakiki şövalyesi benmiş gibi, bazen en akıllı laflar eden, bazen
yoldan çıkmış bir deli gibi görünen kişi…
Işık ülkesi Likya,
taşı da, ticareti de, ölümü de mimari, mühendislik içinde besleyen 52 Likya
kenti… Bir döngünün işareti miydi bilinmez. Bilinmez ama üzerinde nazikçe
düşünülür; günün çığlıkları bizi boğmasın diye…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder