Kamera; Güven 1001 Direk Sarnıcı-İstanbul
Eskimişliğin taze izleri ve kokusu, klasik müzik, kahve
ve yalnızlığım; yüzyılların katmanları hafiften erimeye
başlar; şırıltısı duyulmasa da kalın buzun altında
ilerleyen duru bir su var.
RÜTBESİZ BİR HAYAT
Kollarında,
omuzlarında, göğsünde hiçbir işaret, kıdem olmayanlar, bunlara ilave bir
zanaatlı, sanatları, unvanları yoksa işleri çok zordur. Ne iş olsa yaparız
diyenlerin, bir türlü esas mesleğini, esas içtenliğiyle seçmeyenlerin cirit
attığı bu diyarlarda, unvanı olmamak, kıdem, madalya ve güçten yoksunluk, yorar,
gerer, kula kul eder insanı.
İşin en acılı tarafı
ise, rütbeleri, kıdemleri, madalya ve gücü bol olanlarda gizlidir. Onların
muhteşem açlığı, sonsuza dönen evren gibi, hep daha fazla olduğu için,
yüreklerindeki kıvılcımlar yanıp yanıp söner. Bazen tutuşan kıvılcımlar büyük
ateşe de dönüşür. Ateş, yönü kontrol süzse büyük yıkımlara da gebedir.
Çocuklar, onların
öncüsü olan büyüklerin sorduğu soruya; “ Büyüyünce ne olacaksın?” genel olarak
şöyle cevap verirler;
“Doktor, Mühendis,
Avukat, Subay, Öğretmen” Mesleklerin o insan ile bütünleşip
bütünleşemeyeceğinin tespiti yapılmadan, gücün, zenginliğin, kıdemin, unvanın
bol olduğu sanılan mesleklerin büyük bir aşkla istenmesi bundandır. Hâlbuki
istenilen bu meslekler, o mesleklerin üzerine çökün büyük insan sorumluluğu tam
olarak, kalp ve bilgi ile yapılmaya çalışılsa; haklarını ne kıdem, ne para ile
satın alabilirdik.
Bazı meslekler gücü
daha çok temsil eder. O mesleklere ihtiyaç duyan insanlar, bilgilerine,
görgülerine göre o mesleği ya kutsallaştırırlar, ya da sıkça yalan ve taklit
övgülerle o meslek içindeki insanı yerle bir edecek kadar sarhoş ederler.
İnsan, süreçlerin
canlısıdır. Birinden geçmeden diğerini hak edemez. Bu hak, sadece ahlaksallık
ve kanunlar açısından değil, büyük dönüşümün dengeleri açısından da kalıcı bir
huzur vermez.
Açlık, barınma,
cinsellik ihtiyaçlarını tamamlayamamış bedenlerin sanata, ilme, felsefeye
uzanıp şaşırtan buluşları yapması mümkün değildir. Bakan, iş adamı olur
sekreterine göz koyar. Milletvekili olur, kendi soylu çevresini düşünmekten
deli divaneye döner.
Kızım Doğa Irmak ile
gezinti keyfi içinde yürüyorduk. İlerleyen yaşının merakı ile Doğa Irmak
seslendi bana;
“Baba, sen
askerdeyken subay mıydın? Biz orduevlerinde kalabilir miyiz?” Bende gönül
rahatlığı içinde ama kızımın üzüleceğini bilerek cevapladım;
“Subay değildim kızım. Orduevlerinde de kalamayız.” Tahmin
ettiğim gibi Doğa Irmak çocuk düşlerindeki rütbe, kıdem, güç isteği ile hayal
kırıklığına uğradı. Sonra sormaya devam etti. Ama bir türlü benim övgüler ile
söz edeceğim bir unvan, bir kıdem, madalya ve gücüm olmadığını anlayınca,
ninelerimizin merhamet anlayışı ile seslendi;
“ Olsun baba, senin
de yazıların var. Hem, birkaç yerden de teşekkür belgesi almışsın, onlarda
yeter!” Gülümsedim… Bütün dünyanın peşinde koştuğu, muhteşem rütbelere, kıdemlerle madalyalara, savaş çığlıklarına, ölümü bile hak getire zenginliği
içinde görenlerin yansımalarına gülümsedim; unvanı, gücü, madalyaları olmayan
bir insan olarak…
İşin daha ilginç yanı ise ısrarla söylememe
rağmen bazı arkadaşlarım, kendi arkadaşlarına beni tanıtım yaparken usta işi
yalan söylüyorlar. Büyük çoğunluğu benim Mali Müşavir olduğumu söylüyor.
Hâlbuki değilim. Hiçbir zaman da öyle olduğumu, hiçbir yerde söylemedim. Çünkü
çalışma hayatının uyum içinde olanına, ekip işine ve yaşam içindeki
ihtiyaçlarını kazanacak kazanca inanan birisiyim ben. Mevkilerin büyük
alkışları, muhteşem övgüleri titretir ve korkutur beni.
Bu yüzden benimle
tanışan insanlara daha işin başından sade bir sunum yaparım. Büyük bir unvanım,
zengin amcam, arabam, villam, yatım, sürüyle beslediğim korumalarım yok benim.
Bu söylem ve sunumla çıkarım bana gönülden merhaba diyen meraklı ve bol
özentili insana. Büyük çoğunluğu da bu merakın, bu baş döndürücü güçlerin
hayaliyle yanıp tutuştuğu için, sessizce, nazikçe kaçarlar yanımdan.
Unvanlar, kıdemler
büyüdükçe, madalyalar, zenginlikler arttıkça bize ait arkada, dost, sevgili de
uzaklaşır. Seçeneklerimiz artmıştır çünkü. Tanrısal bir gücün hissedişi ile
yerle bir edeceğimiz, ezip geçeceğimiz büyük bir hayat önümüzde uzanıyordur.
Ama bütün ezmeye çalıştıklarımız daha çok alkışlar ve daha çok korkar bizden. Bu insanın
ayrı bir sırrı olmalı. Kıyametler ne çok yaşanırsa yaşansın, iki yüze yakın
devletten önlem alacak yirmi devlet çıkar ancak. Diğerleri kurban törenlerini
aratmayacak törensellik içinde, depremlere, sel baskınlarına, trafik terörüne,
intiharlara, işsizliğe, insan mutsuzluklarına kadersel bir kılıf bulup yola
devem ederler.
Rütbesiz, unvansız,
madalyasız bir adamım. Bütün büyük insan oluşumlarına bazen korku, bazen hayret
ve bazen saygı ile bakıyorum. Ama en büyük heyecanı büyük evrenin ve bizim galaksimizin
bir saniyede 650 km yol aldığı hızda ve bu hızın aldığı yolun üzerindeki diğer
yaşamların ne halde olduğunu merak ederek buluyorum.
Unvansız, rütbesiz ve
madalyasız gülümsemek, hatta kahkaha ile gülmek çok hoş. Gülmeniz in hesabını
kimseye vermediğinizi bilir ve büyük unvanları, madalyaları, yalanları olan
züppelerin anlam ve mana veremediği ve bir türlü sevmediği şehrimin
sokaklarında yürür, kendi evrenimi izler ve dinlerim.
Güven Serin
2 yorum:
İnsan olmanın ve insan kalabilmenin onuru, bu dünyada gelip geçici olan paradan, şöhretten ve makamdan çok daha yücedir sevgili Güven. Başı/n daima dik, özgürlüğü/n ise hesapsız / sınırsız ferahlığını taşımak ne hoştur!.
Peki ya o makam sahipleri!
Şahsiyeti, erdemi ve haysiyeti/ni ayaklar altına aldıranın ve yalandan ünvanların ardına gizlenen insanların ezilmişliği, esareti ve ufaldıkça ufalanan alçalmışlığını düşününce!. Aynı içsel huzuru ve ferahlığı yaşayabiliyorlar mıdır acaba!
Bizleri ve bizim jenerasyonumuzu geçtim artık! ama benim/senin/bizim gibi düşünen insanların, böylesine kirlenen dünyada çocuk yetiştirirken hissettikleri endişeyi çok iyi anlıyorum. Dışarıda dayatılan ve çocuklarımızın geleceğini bambaşka alemlere doğru sürükleyen ve o küçücük bedenlere, tertemiz henüz kirlenmemiş saf yüreklere şimdiden ekilmeye çalışılan bir sistem var ki!al benisi bol, hormonlu ve içi kof bir dünya!.
Ama Doğa Irmak'ın sımsıcak ellerinden tutan ve evrenin/doğanın sınırsız güzelliklerini O'na yüce gönüllülükle tanıtmaya çalışan, heyecanlı, meraklı, duydu yüklü bir rehberi ve biricik babası var..Bundan daha bahtiyar daha ne var:)
Buradan selam olsun doğayı sevgiyle kucaklayan yüreklere...
Döngünün aldığı yol gibi ilerleyen beden ve ruh yaşı; bana hâlâ şu sorunun cevabını veremedi; "insan olmak bu kadar mı zor?" Bu kadar kargaşa neyin devamı için. Hangi sonsuz dünya için? Dünya insandan önce tertemizdi. Kendi dışkıları bile batırmaktan öte temizlik içindir tabiatın. Ya insanın; ruhsal dışkıları; korkunç destanlar, katliamlar bu yüzden yazılıp anlatılmadı mı?
Gerçekten de öyle Esmir bol hormonlu bir dünya. Bol makyajlı. Halbuki sevgi,sanat,felsefe ile donatılmış bedenler insanı kendine aşık edecek kadar güzeldir.
Çocuklar, illa çocuklar! Harika bir tüketim, meşguliyet ve özenme tuzağı içinde hangi çağa ilerledikleri bilinmeyen çocuklar; ileri mi, geri mi; bilinmez bir yolculuk; karanlık mı, aydınlık mı?
Yollanan her selama tabiatın, iğde kokulu limanından,yasemin kokulu gecelerin insan diyarından da selamlar.
Yorum Gönder