Kamera; Güven Erik ağaçları, bademler gibi bahar
şöleninde. Barbaros-Tekirdağ
Kamera; Güven Doğa Irmak berrak suya dalmış.
Barbaros - Tekirdağ
Kamera; Güven Viran evlerin yanında, gücüne güç
katmış çınar ağacı, iyice emin olmadan yeşil kostümünü
giymedi daha.
Kamera; Güven Barbaros Kasabası
Evler,insansız kalmaya görsünler; ilk önce hüzün,sonra
çaresizliğin, gayesizliğin pişkinliğiyle viran-lığa teslim
olurlar.
Kamera; Güven Barbaros - Tekirdağ
Tuğla ev, beton evlere gururla bakıyor, ruhunu
teslim etmemiş,mimarinin esenliğiyle.
Kamera; Güven Tekirdağ Kırları ve Ganos Dağları
Kamera; Metin Kumbağ-Tekirdağ
Aziz Bey ile dinlence anının huzurlu sohbeti
Kamera; Aziz Bey Kumbağ-Tekirdağ
Şoför Metin,dostum dediğim güzel insan.
Birazcık araç deliliği vardır; aracım arızalı dedeniz mi
dayanamaz, hemen kolları sıvar bu deli şoför; yani
benim dostum Metin.
ÖNCE BADEMLER AÇTI
Önce bademler, sonra
erik ağaçları açtı. Pembe, beyaz çiçekleriyle ağaçların yeniden yeşerdiklerini
görmek, tabiatın uyanışına tanıklık etmek, çok hoş ve huzur verici… Toprak
kokuları önlenemez bir şekilde taşınıyor rüzgârla; bir uçtan diğer uçlara.
Tatil günleri,
yatmak, dinlenmek bir yere kadar. Bir de doğanın koynuna, bütün planlardan,
siyasi düşüncelerden sıyrılarak, yaşamın, o sade hayatın içine girmek var… Doğa
Irmak ile öyle yaptık. Güne, uykunun dinlemişliği ile başladık. İyi bir
kahvaltı, insanın bedenine güzel bir enerjidir. Ama iyi bir gezinti de,
ruhumuza muhteşem güzellikler sunar.
Rotamız şehrimize
yakın olan Barbaros oldu. Barbaros’tan çok geçtik, limanına çok uğradım ama
sokaklarının tenhalığında, ağaçlarının ululuğun da, evlerinin taş ve ahşap
hüzünleriyle hiç bulaşmamıştım İşte bu da oldu; Barbaros Kasabasına Doğa Irmak
ile gittik. Nasıl, gün ışığıyla süzülüyorsa her sokağa, her ormana, her vadiye,
her dağa, biz de öyle süzüldük Doğa ile Barbaros’un dik, yokuş sokaklarına.
Gördüm ki Barbaros
da teslim olmuş beton kültürünün dayanıklı geleceğine. Betona, demire teslim
olmayı anlarım da, mimariden, mühendislikten yoksunluğu anlayamadan gideceğim
bu diyardan; gözleri açık bir insan ruhuyla gideceğim…
Yaş otuz beş, yolun
yarısı eder
Dante gibi
ortasındayız ömrün
Delikanlı
cağımızdaki cevher
Yalvarmak, yakarmak
nafile bugün
Bahar, yeniden var
oluş, yokluğun tükenişi, doğumun da başlangıcıdır aynı zamanda. Kuru bir dalın,
tomurcuğa, çiçeğe, meyveye dönüşümü; büyük bir gösterinin kendisidir. Muhteşem
bir sürecin tükenmeyen devamıdır. İlla yolun yarısını da beklemek gerekmez,
yaşamın sesini, kokularına, görsel şölenini fark etmek için. Belki ben yolun
sonunu çoktan geçtim. Cahit Sıtkı Tarancı da, yarısını yaşadığı ömrün tamamına
erişemedi. Orhan Veli de öyle, Tevfik Fikret de, Cemal Süreyya da…
Barbaros Kasabasının
yaşlı çınar ağaçları, bademlerin titiz önceliğinde çiçek açmamışlardı ama ulu
dallarıyla, göğe yükselen çok büyük bir medeniyetin soylu duruşu içindeydiler.
Kumrular, viran yapılı bahçelerin ağaçlarına toplanmışlar, baharın geliş
törenine, günün güneşle ısınma keyfine, bir dinlenme uyuşukluğuyla
tünemişlerdi. Kedilerde öyle; telaş içinde yuvalarına küçük çalı-çırpı taşıyan
kargalar, saksağanlar da, baharın sarhoş bakışların daydılar.
Barbaros Kasabasının
taş ve ahşap evleri, hüzünlü bile değillerdi artık. Çünkü ölümün saygın
kurtuluşunu bekliyorlardı. Onları anlayacak ne bir mimar, ne bir insan vardı
betonun eğri, büğrü büyüsüne kanmış bu diyarda. Onlarda anlamayanlara anlatacak
zamanları gerilerde bırakmışlardı. Ve biz, dar sokakların yokuşunda, zamanın
içinde, uzayın derinliklerinde ilerleyen bir gezegenin yol alma keyfinde yürüdük…
Bahar dedik, gün ve
gün ışığı dedik ya, Doğa ile biten Barbaros gezintimiz, bir saat sonra iki dost
ile Şoför Metin ve Aziz Bey ile yeniden başladı. Gün uzundu harekete, değişime
aç olan ve inanmışlara. Gün gerçekten uzundu; güneşin batışına daha çok vardı.
Bizim yönümüz de önce batıya, sonra güneye doğru; Kumbağa Kasabasına gittik.
Doğanın kalbinden, köy yollarından, ekinlerin yeşil olduğu, badem ile eriklerin
açtığı kırlardan geçtik. Çeşmeler akıyor, kuşlar yuva telaşıyla uçuşuyorken,
rüzgâr kendi dansını, hiç tükenmeyen enerjisiyle yapıyorken, biz Kumbağ,
denizin, kordon boyunun olduğu yere geldik. Kimi sohbetin, kimi çayın demli
keyfi içinde kaşarlı tostları-mızı yedik. Limanda bildik dostlarımız ile
geçmişten bugüne, neşeden, mizahtan, siyasetten, kırdan, kuştan, kurttan
konuştuk.
Kumbağ Kasabası da,
Barbaros gibi betona yenik düşmüştü. Turizm daha doğmadan öldürülmüş; büyük
geleceğimiz, küçük kurnazlıkların plansız, taşan balkonlu çirkin evlerine yok
ettirilmişti.
Gördüğüm korkunç
beton plansızlığı, yok ediciliği karşısında yine o için için yanmalarımı
yaşarken, tam tersi, doğanın çiçeklerini, bademlerin renklerini,
yaratıcılığını, estetiğini büyük bir teselli, yaşamın var edici gösterisi ve
gelecek ümidi olarak kabul eğledim.
Son sözü, yaşama
doyamamış, sevgi ve sevişmelere kanmamış şaire; Cahit Sıtkı Tarancı’ya
bırakıyorum;
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında
Fark edin, yaşamın
büyük o muhteşem uyumunu. Katletmeyin, yitirdikten sonra bin pişmanlığa
sürmeyin size ait olan, sizin elinizdeki kaderin…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder