GÜLSEREN ABLA
KÜLTÜR EVİ
(
Gülseren Abla Otantik )
Ganos Dağları ( Işıklar ) Tekirdağ, Süleymanpaşa Yeniköy’ün hemen kıyısında yıllardır hizmet veren bir mekân; Gülseren Ablanın Yeri olarak bilinip ün salmış ve verdiği kahvaltı dilden dile, damaktan damağa aktarılan yere, Ümit Başyazgan’ın daveti üzerine gittik.
Hani UNESCO çok önemli bulduğu kültürel mirasları tescil altına alıp koruyup kollama görevi üstleniyor ya! Gülseren Abla Kültür Evi gibi yerlerin de kendi Küldür Bakanlığımız tarafından çok önemli bulunup, korunup kollanacak değerler arasında öne çıkarılması gereken yerlerin başında geliyor…
Gülseren Abla Otantik mekâna, bölgeye giden insanların birinci amacı doğada, doğal yaşamın içinde doğal bir kahvaltı yapmak… Ne güzel bir amaç! İrade gösterip de biraz çaba, biraz emek harcayanların sıradan-alışıldık zamanlarına apayrı renk, tat, duygu bırakacak yerlerin en başında bir kültür deryası içine de girmiş oluyorlar…
Burası için söylenecek en önemli sözlerin başında; “ Bu yer, kültür deryasıdır” olması gerektiğini fısıldamıyor; haykırıyorum…
Bu mekânı kim bilir kaç bin insan ziyaret etti. Ailesiyle, çocuklarıyla, arkadaşları ve dostlarıyla gelip, Ganos dağlarının kekik kokuları içinde karınlarını doyurup, şehrin sıkıcı, gergin ve gürültülü yaşamından uzaklaşarak kendileri için yepyeni anıları da zihinlerine kazıdılar…
Yıllardır o bölgeye gittiğim halde,”Terzi kendi söküğünü dikemez!” misali, aceleci davranıp, merak duygusunun yeterli olmaması nedeniyle Gülseren Abla Kültür Evi’ni tanıma fırsatım olmadı. Ümit Başyazgan’ın girişimi olmasaydı belki de yıllarca tanıyamayacak, hemen dimimizde olan Tekirdağ’ın onuru, öncüsü olmuş çok değerli bir yeri, insanı tanımadan bu dünyadan göç edecektim…
Oysa şehrimizden yüzlerce km ötede kaç mekândan, insandan, güzel şeyden söz ettim; yıllarca gazetemizin köşe yazılarında…
Sözün kısası, bu kültür mekânına sadece kahvaltı yapmak için de gidebilirsiniz. Tadı tuzu yerinde el emeği kahvaltı sofrasının içine katılmış emeği, hüneri bir de sevgiyi görüp, böyle de mutlu olabilirsiniz. Gitmişken, bu otantik kültür deryasını biraz merak edip Gülseren Abla-Gürkanlar ile gezip dolaşmak isterseniz, karşınıza çıkacak nesneler karşısında küçük dilinize sahip olmanızı hatırlatırım.
Binlerce nesne; ağzı dili ve geçmişi olan objeler… Gülseren Gürkanlar hemen yanımda büyük heyecanla:
—Bu nedir? Dediğimde, o
eserin-nesnenin hemen öyküsünü anlatıyor. Hepsine insan öyküleri, insan
becerileri dokunmuş objeler…
İlk bakışta buraya; “ Müze Ev” diyerek duygularımı açığa vurdum. Bilinen Etnografya ve müzelerden çok öte, aynı müze ev veya kültür deryası içinde, o nesnelerin zamana karşı duruşları ile birlikte kahvaltı yapıp, çay kahve yudumlamak mümkün.
Yudumlarken kahveyi, o çarıkların tutundukları ve dokundukları insan ayaklarını, insan çilelerini ve mücadelelerini de anlamak mümkün! Kahvaltı salonunda asılı, sayısı binlerce olan nazar boncukları, tam manasıyla maviliğe çağrı yapıyor, hemen yanlarındaki büyük ve küçük çanlar ise dağlarda otlayan koyun ve keçilerin süt kokan masumiyeti içinde, duran-uyuyan zamanı bildiriyor; belki de uyanışa davet ediyorlardı…
Gülseren Abla-Gülseren Gürkanlar; bu emeğin, hünerin, sevdanın, onurlu yürüyüşün içinde olduğunuz ve yorgun, bıkkın insanlara; “ Hayır, yaşam çok değerli ve renkli” felsefesini: Emeğinizin, yüreğinizin içtenliği içinde yapıyorsunuz.
Sizi, sadece ellerimizle değil, yüreğimizle
de alkışlıyoruz…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder