AMCAM:
AHMET SERİN
Uzaklara, hep uzaklara bakmaya yazgılıdır insanın insanlık yolunda, birlikte yürüdüğü karakteri. Dağı,taşı,ormanı,suyu,başka başka şehirleri,insanları göklere çıkartır da, kendi etrafıyla girmiş olduğu rekabet, duygusal çekişmeler yüzünden esas olanı, insanın özünü anlatan en yakınlarıyla olan öykülerini yok sayar, yokluğun içinde ilerlerken…
Yazı yolculuğum, bir yerde gönüllü yazgım diyebileceğim yıllar ve binlerce köşe yazısı içinde çok azı akrabalarım ve doğduğum yerle ilgilidir. Zamanı çoktan geldi de geçiyor. Almasaydım yüreğime dokunan amca özlemine ait uyarıyı, onunla oluşan saf ve temiz anıları anlatmak için yine yıllar geçecekti…
Amcam: Ahmet SERİN, anlatılmaya, yazı sanatıyla diğer nesillere aktarılmaya değer bir abide gibidir. Burada dikkat kesilmenizi söylemek isterim sayın okuyucu. Amcam ile ilgili yazımda duygusal yakınlığımızın, akraba oluşumuzun kayırması içine girmeyeceğim. Bir çocuğun, siyasetten, ticaretten ve akrabalıktan uzak halleriyle, bir insanı nasıl sever ise öyle ifade edeceğim…
Ahmet amcamla ilgili ilk anılarım; köy türkülerinin, masallarının, sürülerinin, kıraathanelerinin, okullarının, sağlık ocaklarının, komşulukların, akrabalıkların yok olmadığı zamanlara; 1970’li yılların başına gideceğim.
Yama üstü dediğimiz yerde Ahmet ve Hüseyin amcaların ağılları vardı. Koyunların çanları müzikal etkinlikler gibi duyulur, küspe, gübre kokuları etrafa yayılırdı. Besili, güçlü çoban köpekleri ve kulübeleriyle birlikte, meşelik ormanın hemen yukarısındaki tepede kurulmuş, masalımsı bu yere gitmek, bizim için fazlasıyla eğlenceliydi.
Neden mi? Akşam saati demek koyunların sağılma vaktinin geldiği ve Ahmet amcamın muhtemelen 1960 model Jawa marka motosikletiyle ağıllar bölgesine hep birlikte gitmemiz demekti. Soğuk kış günlerine aldırmadan, Ahmet amcamın kullandığı Jawa marka motosiklete doluşurduk; Mehmet amcam, Yılmaz ve ben…
Yıllar birbirini kovalarken, bizler büyüme yolunda çok farklı deneyimler yaşarken, Amcam: Ahmet Serin, yine aynı istikrarlı karakteriyle akrabalarıyla, çevresiyle barış, ilerici diliyle konuşup, yaşayıp durdu. Sever çakırkeyif halleri. Matematiği öyle iyiydi ki, fabrika kurmuş olsa, pekâlâ yönetir, yüzlerce insanın iş sahibi olmasını sağlardı. Fabrika dedim de, Paşaköy’ün fabrika benzeri fırını amcam ve ortağı muhittin Eğercioğlu tarafından kurulmuştur. İsmi: FIRIN 81 olan bu yerde üç vardiya üretim yapılır, on kişinin üzerinde insan ailesini burada kazındığı ile beslerdi. O günün en lezzetli markası Paşaköy ekmeği, civar köylerden, ilçelerden de bilinir, ekmek satmaya yetişemezdik…
Gün geldi, devran değişti yolum ve yazgım Tekirdağ ile kesişti.12 Eylül’ün karabasan halleri dağılmaya başlamış, sağa sola saçılan acılar henüz son bulmamıştı. Sanat okuluyla yurt arasında koşan, gençliğin verdiği neşelerle, öğretmenlerin insan ruhuna yakınlığı içinde bir yerde delikanlı hallerimize, kozasını yırtıp, başkalaşıp geçirme zamanları yaşanırken, bir öğle vakti amcam Ahmet Serin ile dayım Fevzi Çetin yurt kapısında beni bekliyorlardı.
Suskun, bitkin iki yüz; iki akraba bir türlü konuşmadılar. Öğle vakti olduğu için; bir şeyler yemek niyetiyle Hükümet Caddesi üzerinde bulunan köfteciye gittik. Amcam ile dayımın yüzü hep aynı hüzün içindeydi. Dokunsan ağlayacak hallerde… Aklımdan ne çok şeyler geçti:- Herhalde babam öldü de bana söyleyemiyorlar,-diye düşündüm. En sonunda zar zor birisi: - Babanı içeriye aldılar, diyerek beni rahatlattı.12 Eylül’ün zorbalığı, baskısı azaldı sanırken, son bir yıkım, eziyet ve çökertme yaşanıyordu. Babam da o kurbanlardan birisi olmuştu…
Babam Selimiye Kışlası’nın karanlık odalarında ölüm kalın savaşı verirken, evdekilere moral olsun diye Cuma akşamları yola çıkıyordum. Tekirdağ İpsala arası Dörtyol Mevki ile kardeş olmuştuk. Gece karanlığı çöktüğü, birkaç yıl önce arkadaşım Ali’nin kayıplara karıştığı yerde bekleyen bir kişi vardı: Ahmet SERİN: Amcam…
Bir insan hiç mi metanetini kaybetmez? Bir insan hiç mi yorulmaz? Laf aramızda dostlar; yaşım 35 civarı, babama şöyle bir sesleniş yapmıştım; “ Baba, ben seni babam olduğun için değil, insanları insanlığı sevdiğin için sevdim…” Aynı seslenişi Ahmet amcam için de kim bilir kaç kez yaptım, kendi kendime;
“ Amca, ben seni akrabam olduğun için değil, yaşama şarkı sözleriyle, şiir tadıyla, filozof bonkörlüğü içinde dokunduğun için sevdim…”
Son sözlerimi Sevdiye yengeme ayıracağım. Sabrı, çalışkanlığı, Ahmet Serin ile olan imrenilecek birlikteliği, çok çabuk dağılan, hemencecik yıkılan aile yaşamları için sapasağlam bir örnek kişilik olan Sevdiye Serin’i, yengemi; saygıyla, minnetle selamlıyorum…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder