İnternet
BEHEY KARAMAÇA BEY
Yazı yaşamımın elle
tutulur hali, Akçakaya kardeşlerin (Cihat ve Mithat) Habertrak gazetesini
kurmalarıyla başladı. Cenap Kürümoğlu’nun satın almasından sonra ise
çıraklıktan kalfalığa doğru yol aldım, alıyorum…
Yazıyla uğraştıkça
okumaya da sarıldığım bellidir. Her ikisinin ayrılmaz, ayrılamaz bütünün
parçaları olduğunu da öğrendim…
Yazı sanatıyla
zengin olan yoktur. Büyük ve tutumlu yazalar ve belli yandaşlığın içinde
olanlar hariç. Hatta yeterince yan gelirlerin yoksa Orhan Kemal, Orhan Veli’nin
durumuna düşebilir, sıklıkla aklınıza hüzün türküleri de getirebilirsiniz. Bir
yandan takdir görür, size imrenenleri, teşekkür edenleri bilir, duyarken, bir
taraftan da size acıyanları, küfür edenleri duyar ve görürsünüz…
Ne yalan söyleyeyim
dostlarım; yazı sanatı dünyanın en lezzetli işlerinden birisidir; uçsuz
bucaksız ormanların yeşilliklerini, bereketlerini ve evrenin görkemi içinde yol
alan galaksiler gibi serüvenlerin keyfini bile sürmeniz mümkündür…
Duyuyorum tabi; “ Aç
ayı oynamaz” düşünceleri hâkimdir toplumlarda. Haksız da sayılmazsınız...
Söylemeden geçemeyeceğim; dünyanın en lezzetli yemeği nedir sorusuna şu cevap
verilmiş; “ Açlık”
Açlığın sadece “
Mide” açlığı olmadığını söylemek isterim. Eğer açsanız yazının içindeki
patikalardan yürümeye, oradan derin vadilere, kanyonlara uzanmaya, dağların
ürpertici yükseklikleriyle rüzgârlın deli estiği tepelere çıkmaya,
düşünemezsiniz diğer maddi kazançları... Hepsi uzak, çok uzak kalır sizlere…
Sıklıkla uğradım dükkâna
yine uğradım. Birkaç parça ürün aldıktan sonra ücreti ödemek için kasaya geldim.
Erken saatlerde dükkânın sahibi duruyordu kasada. Devamlı ve istikrarlı her
müşterisine tebessüm etmeyi seven, kızdığında veya devamlılığı olmayan
müşterilere de sözünü sakınmayan dükkân sahibi, paramı öderken konuştu benimle;
-
Demek her gün yazıyorsun?
-
Haftada altı gün
-
Neler yazıyorsun?
-
Daha fazla, sosyoloji, sanatsal ve şehrin sorunlarıyla
ilgili yazılar.
Kısa konuşmamızdaki
esnafın bana bakışı her ne kadar tebessüm yüklüyse, daha önce gördüğüm nice
bakış gibi; “ Küçümser” bir anlamı da saklayamıyordu. Bakışlarında sessizce
şunları da söylüyordu iri yarı, kızdığında kaba-saba olan, ama alacağına ve
vereceğine karşı oldukça dürüst esnaf; Yazıyorsun ama boşuna… Kaç kişi okuyor ki gazete köşesini…
Üstelik yazarların birçoğunu görüyorum; meteliğe kurşun atıyorlar…”
İri yarı esnafın
bakışlarında yukarıdaki bildik anlamlar yüklüydü yüklü olmasına, benim tebessümüm,
dükkânda caddeye çıkışımda ise başka ifadeler vardı; her zamankinden daha da heyecan,
coşku içinde;
“ Behey Karamaca Bey!
Yazı sanatına, ömürlerin yetmeyeceği kitapları yazanlara minnettarım. Benim kavgamı,
kişisellikten kurtaran, gökyüzü ile yeryüzü arasında bir damlacık ömrüme; benciliklerin,
kibrin, pis gururun karşısında yüzleşmeyi her daim hatırlayıp, etrafımla değil
asıl kavgamı kendimle başlamama yardımcı olan, kendime doğru yürürken,
yaşadığım yerin de farkına varmanın yüceliğine teşekkür ederim…”
Bunun gibi bir sürü
içsel süzülüş içerisinde caddenin karşısına geçip, denize uzanan Eski Vali
Konağı Caddesi kaldırımında yürürken, Nazım Hikmet’in bir toplantıda genç
yazarları küçümseyen, daha doğrusu büyük bir gaf yapan Yakup Kadri için yazdığı
şiire gülümseyerek tutundum;
“ Behey!
Kara boynuz gibi kaşlı
Mukaddes Apis başlı
Adam;
Behey!
Karamaça Bey!
Sen şiirin büyük sözlüğüyle konuşuyorsun
Ben asaletten anlamam
Şapka çıkarmam konuştuğun dile,
Düşmanıyım asaletin
Kelimelerde bile…
Behey”
Karamaça Bey! “
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder