İHTİYARIN DERİN HÜZNÜ
( Bizleri Görmeye Gelen
Bugün Bulur,Yarın Bulamaz!)
İlgili belgeselde
Anadolu’da ki bir yerleşim alanı ( köy ) tanıtılmaktaydı. Yemyeşil vadinin
eteklerine kurulmuş, zanaatkâr ve sanatkâr insanların yaşadığı ve bıraktıkları
evlerin iki katlı, ahşap ve taş işçiliğinin, mimarisinin zarafetinden belli
olan köyde yaşayan birkaç insan kalmış.
Gençleri çoktan
şehirlere göç etmiş. Kim sorarsa “ Geçim derdi “ Oysa şehirlere aç insanlık,
belki de birkaç on bin yıldır kendince doyuma ulaştığını sandığı yerlerden kaçıyordu.
Erkeği kalsa, kadını gitmek istiyor. Kadını kalsa, çocukları gidiyor…
Bu süreç, bu döngü
böyle olmasını anlayışla karşılardım karşılamasına âmâsı var! Köylülüğü,
çiftçiliği, hayvancılığı, ipek böcekçiliğini, zeytinciliği, tütünü, çay işini
bu kadar yalnız bırakmasaydık, hor görmeseydik, bu ıssızlıklar böyle olmazdı.
Daha ağır, daha demlenmiş olarak akardı, şehirlere olan insan göçleri…
Ya şimdi? Neredeyse
“ Cennet “ gibi bir Anadolu köyü, iki katlı ahşap evlerinin, ahırlarının,
kilerlerinin, bağ ve bahçelerinin yalnızlığı, orada kalanlar için büyük bir yük.
İhtiyar adamın neredeyse komşusu kalmamış. Her tarafa doğa hükmediyor. Kuşlar,
orman hayvanları, böcekler ve o muhteşem ormanı saymazsak, insan denen canlı
yok gibiydi tanıtılan cennet-imsi yerde.
İhtiyarın
yalnızlığına çare zurnasıydı. Çocukluğundan beri çaldığı zurna, şimdi en yakın
arkadaşı olmuştu. Bir de üfleyişi, çalışı var ki sormayın; bir ağıt, muhteşem
bir insanlık destanı anlatıyor gibiydi…
Program
yapımcılarına ihtiyarın söylediği son cümleler; sevgiyle beslenen insanın
ruhunu birden yangın yerine çevirecek kadar gerçek ve hüzün yüklü;
“ Nesil bitti bitecek, bu son
çırpınışıdır insanımızın! Bizleri görmeye gelen, bugün bulur, yarın bulamaz! “
Daha ne desin hüzün
yüklü ihtiyar? Nasıl anlatsın bunca boşluğun, insansız olamayacağını! Cennetin
bile insansız bir anlam yüklenemeyeceği gerçeğini hangi dille tarif etsin.
Tam olarak kimi
suçlayacağız? Politikacıların oy avcılığını mı? Yoksa bilgiye, deneyime
yeterince emek sarf etmeyip kolayca kaçışlara yaslandığımızı mı? Kim bilip
anlatıyor şimdi bizlere; Orta Asya’da yaşamış atalarımızın 2–3 Bin yıl önce
yaşadığı şehirlerde su ve kanalizasyon sistemi olduğunu. Kerpiçten kurdukları
şehirlerde ciddi derece zenginliğe sahip kütüphanelere sahip olduğunu, kim
söyleyecek bizlere? ( Kayıp Aydınlanma-S.Frederıck Star)
Belki şair bir şeyler
söyler kendince, derdimize çare değil de, bize başka dertler eklemek niyetiyle;
“ Ey sen ki durmadan ağlarsın,
Döversin dizini;
Gel söyle bakalım ne yaptın,
N,ettin gençliğinde? “
Paul Verlaine böyle
söyler söylemesine de, o kadar çok şeyi kaybettik ki, ancak kıt hale gelince insanı,
köy yumurtasını, köy tereyağını, ekmeğini, sütü ve peynirini arıyoruz.
İnsanlığın en büyük hataları burada başlar; bol olanı suçlar. Bol olanla kavga eder.
Dönüşümünü, muhtaç kaldığı zamanlar yapar; damla damla, sevgi, özlem, insanlık
akar yalnız kalmış insanların ruhlarından.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder