YABANA DOĞRU
Bu çalışmamı iki baş karakterle buluşturacağım. Birbirinden habersiz ve yüz yıl arayla yaşadıkları yabanıl mücadeleyi, onların doğaya bir GÖZYAŞI gibi süzülmeleri gibi süzerek anlatmayı-yazmayı deneyeceğim.
Bilmelisin, değerli okuyucu, bu satırlar hissedilen yabanıl yaşamların saflığına adandığı gibi gözyaşları da hep nemli kalmıştır yazının aktığı sürece.
Paul Gauguin 1848 yılında Paris Fransa’da doğdu. Sayısız sanatçı gibi yoksul yaşadı ve sezgilerinin peşinde yürüdü. Sıradan insanlar gibi taviz vermeyi, o büyük sürüye uyum sağlamayı deneseydi; sıradanlığın isimsizliğine batacağını biliyordu. O,içindeki sese doğru; vahşi yaşama yürüdü; doğduğun yerden binlerce km öteye; Fransız Polinezyası adalarına gitti. Hep yoksuldu; hep üretti…
Gauguin Van Gogh’un arkadaşıydı. Onun zavallılığını, zavallı bir dilenci oluşunu kendi notlarına taşırken, kendi yüce davası olan bir başka zavallılık içerisinde bugünün dünyasında milyonlarca insanın dışına çıkıp o büyük ödülü almayı hak kazanmış; insanlığın insan kaldığı sürece anılacak, sayılacak sanatçılar arasına girmiş. Açlık, sefalet içerisinde yaşayan bir insanın durmadan ürettikleri eserler; şimdi, milyon dolarlar ediyor. Ne garip bir şey değil mi?
Sanırım garip olan şey, bizlerin, normal insanların anlamadığında gizli. Van Gogh’da böyleydi,1968 yılında doğan Chirs McCandless’de aynı inancın içinde kendi öyküsünü yazmak için 22 yaşında çıktı kendi yoluna. En iyi üniversiteden mezun, en iyi imkânları sahip olduğu halde; hepsini reddetti. Hesabında olan paranın tamamını yardım kuruluşlarına bağışlayarak büyük tutkusu olana; Büyük Alaska Macerasına doğru yürüdü…
Yabana doğru ilerlemek ve her daim yabanın, vahşi dünyanın kokularını ve çağrısını duymak başka bir şey! İster zenginlik içerisinde olun, isterseniz yoksulluk içerisinde; her şey anlamını yitiriyor; sadece yürüyüş başlıyor. Tıpkı zamanı geldiğinde süzülecek olan gözyaşı gibi bir şey; en saf haliyle ilerliyor yerçekiminin düzlüğüne, tenin sıcak sımsıcak damarlarının içerisinden çıkıp, ruhun boşluğa çekildiği vakitlerde…
Paul Gauguin doğduğu Paris’in çok ötesine, derin suların ortasındaki adalara gitmeyi kurtuluş gördü. O kurtuluş içerisinde sorguladığı şey; Nereden geliyoruz? Neyiz? Nereye gidiyoruz? Bir sanatçı hangi hünere sahipse sorusunu da o becerinin-sanatın diliyle sorar. O da resmiyle sordu bu sorusunu. Cevap mı? Cevabı kimse bulamadı bugüne kadar…
Gauguin, bir süreliğine Paris’e geldiğinde arkadaşları onu vahşi yaşama uğurlamadan önce bir kutlama yemeği verdiler. Onun kararlı olduğunu bildiklerinden söyleyecekleri tek şeyi söylediler;
“ Hepimiz seninle gurur duyuyoruz Paul. Hiçbir zaman bir sürünün peşinden gidemezsin sen. Çünkü bir vahşisin; hepimiz gibi! Ama sen bunu unutmamayı seçtin.”
Unutmamayı seçen bir başka kişi vardı. Chris McCanless.1968 yılında California ABD doğmuş, iyi eğitim almış bir genç adam. Birden her şeyi terk etti. Sahte, kokuşmuş, çürümüş saydığı dünyayı-ailesini terk etti. Kendi yoluna; Büyük Alaska serüvenine çıktı. Bu yolculukta birçok insanla tanıştı. Farklı işlerde çalışıp, yolculuk için hazırlık yaptı. Aynı zamanda yolunun yoldaşlığını yapan felsefesine katkı veren deneyimleri yazdı. Geride bıraktığı annesini, babasını ve kız kardeşini aramaya hiçbir zaman vakit bulamadı. Bir hikâye yazıyordu ve o hikâyeyi kendisi anlatacaktı. Yabanda, yabanıl diyarda; kendini bulacaktı; açlığa teslim olana kadar…
“ Mutluluk, sadece paylaştığında gerçektir!” Son sözlerinden birisidir Chris’in. Kendi aradığı gerçekle birlikte, yabanıl yaşama yakışır bir şekilde yapayalnız bir ölüm… Paul Gauguin’in ve diğer yabanıl yolcuların ki gibi… Birbirinden habersiz iki vahşi yolcu ölümü; biri 24,diğeri 54 yaşlarında…
Edebiyat ve sinema sanatı yabanıl yaşamlar için de vardır. Onlar, bu sanatın özü, öz evlatlarıdır. Sıradan insanın ölümü; beş-on kişiyi ilgilendirir ve beş on yılda unutulur. Oysa yabanıl yaşama adanmış insanlara duyulacak sevgi, hürmet hiçbir zaman bitmez; ta ki insan soyu bitene kadar…
Gauguin’in notları arasında yaşama dair bir cümle vardır; “ Hayat ancak bir saniye kırıntısıdır. Böylesine kısa bir zamanda sonsuzluğa hazırlanmak! “
Bizler ne dersek diyelim; akıyor her şey; sonsuz evren hiç durmadan genişliyor; bir gün belki de kendi daralmasını yaşayacak, ama bizlerin uydurduğu, icat ettiği hiçbir kavramın önemi yok bu büyük genişlemenin sonsuza olan akışı içerisinde…
3 yorum:
Verdiğiniz iki örnek bir taraftan iç sızlatırken diğer taraftan hayranlık duygusu uyandırıyor bu insanlara. Başta sanatçılar olmak üzere, bazı insanlar hayatı normalden çok daha fazla duyumsuyorlar. Bu yüzden de kırılgan oluyorlar galiba. Yarattıkları dünyaya ters düşen acayiplikleri kabullenemeyip isyan ediyorlar. Normal bir insandan çok farklı, sıra dışı bir isyan. Bazı şehirlerin Tarzan'ları vardır hani. Yabanıl hayatlarında dahi insanlığa yararlı olmaya çalışan Manisa Tarzanı, Sinop Tarzanı. Onlar da bu kategoriye dahil bence.
''Aralarına 1 asır girmiş iki kahraman'' diyelim onlara. Sonsuzluğa hazırlıkları unutulmaz türden iki cesur vahşi...
Oldukça etkileyici bir yazıydı. Zihninize, yüreğinize sağlık Güven Bey.
Onları için " iki vahşi "demek,onlara saygı duymak anlamını taşıyor; haklısınız.Gauguin'in arkadaşlarının ona seslenişi,fazlasıyla bilgece; " Seninle övünüyoruz.Dilediğince yaşa; sen vahşi birisisin,hepimiz gibi; ama sen bunu hiç unutmadın." sanırım ,unutma sürece bizi " Normal " insan sınıfına sokarken, sanatçılardan ayrılıyoruz; onlar hatırlayarak ve çağrıya giderek sıradışı bir karşılık veriyorlar.Çok teşekkürler Zeugma; sağ olasın..
Yorum Gönder