DÜŞÜNCEYİ TETİKLEYEN ŞEY ŞİİRDİR
Kim söylemiştir?
Hangi zamanlara aittir? Sokretes’den öncesi mi? Nazım’ın vakıt hızla ilerlerken,
saat gece yarısına yaklaşırken duyduğu telaş anı, sayfalara dökülen düşünce
biçimi mi?
Nazım’ın gece yarısı
gördüğü bir manga askeri ondan başkası görmedi. Üstelik ellerinde otomatik
silahlarıyla sağa sola ateş ediyor, insanın neslini kazımak için
saldırıyorlardı.
Düşünceyi tetikleyen
şey şiirdi! Kim demiş bunu? Sonsuz Düşünce denizine dalan Alain Badiou mu?
Heraklitos veya Parmenides mi? Belki de; Heidegger’dir; kim bilir…
Şiir, düşünceyi
tetikliyorsa o zaman tehlikeli bir şey olmalı! Hele bu zamanda; 21 yüzyılın ilk
çeyreği biterken; bunca şiir, düz yazı, hikâye, animasyon, film, fotoğraf,
resim yayınlanıyorken neredeyse tetiklenecek düşünce sahibi kalmamışken bu konu
üzerinde çaba sarf etmem zamanı değerlenirmek, gazete köşemde ki yeri
doldurmaktan ibaret kalacak gibi…
Karamsarlığa teslim
olacak değilim elbet. Şiirin tetiklediği nice düşünceyi burada kendi bahçemde
işledim, işliyorum ve üretme palanlarım devam ediyor.
Şu anda bir şiir
dinliyorum; Nazım’dan; Saman Sarısı şiiri. Düşüncenin, bilginin alabildiğince
coşmuş hali…
Nazım; vaktin gece
yarısına ilerlediği saatte gördüğü askerlerin gözlerinde ki korkuyu görmesi;
Hem de hayvanca korktuklarını, ölümlerine ağlanmayan askerler olan yaptığı yorum,
ürpertici bir gerçeğin muhteşem vurgusu, tespitidir de.
Bu tespit, vurgu;
ancak şairin şiiri ve sanatıyla yaşama, neşeye, dengeye katılır. Şair,
tetiklenmiş düşüncenin dizelerine öyle bir kapılmış ki; bir dönemi, insanlığın
tapınaklardan öte taptıkları bir ideolojinin kölesi olduklarını; acı çeken
bütün ruhların tesellisi olabilecek güçte duyurur.
“ Ölüler bir SS
mangası olsalar da ölüler öldüremez; kurşunla da, bıçakla da! Ölüler, dirilerek
öldürür; kurt olup bir elmanın içine girerek.”
Paul Celan bir
şiirinde başka bir düşüncenin tetiklemesini yapar;
“Öngörülerle,
Bezenmiş disk,
At kendini
Kendi dışına.”
Alain Badiou’nun tespiti;”bilmek
ile öngörü” arasısında boşluk kalmadığında; dışa atlama, atılma, taşma durumu…
Şiir bunu en iyi yapan şey! Öngörülerin yetmezliği, bilginin depreşme halleri,
fokurdayan kanın duyduğu yaşama hissiyatı, eninde sonunda bir çıkış arar.
Kendinin dışına taşmak ister yani…
Üç boyutlu zamanda;
geçmişte ve bugün, aynı zamanda gelecekte düşüncenin dalgaları içinde
korkusuzca sörf yapacak nice şair olduğu gibi, var olmaya devam edenlerden
sonra da edecek olanlar olacaktır.
Evrimin ilerleyişi,
insan denen canlının sosyolojisi, psikolojisi tek taraflı, sadece içgüdüsel
olmaktan öte bir başkaldırı ve arayış biçimine dönüşüyor.
Lucertius için üstün
varlıkların olmadığı anlaşılıyor. Sınırları zorlayan bir yargı, inanç ve
cesaret! Onun için gökyüzü boştur, tanrılar ise ilgisizdir. Bu boşluğu dolduran
ise şairlerdir; şiir ülkelerine gidip heybeleri her daim dolu dönmeleri,
anlatacak, haykıracak sözcüklerinin olması; kaçınılmaz bir devinim, ilerleme ve
düşünce tetiklemesi getirecektir.
Lucertius bu seslenişini
yüzyıllar ötesinden yapmıştır; “ Şiir ülkesinin kimsenin girmediği, daha önce
hiç ayak basılmamış yerlerini kat ediyorum. Bakir kaynaklara gidip oralarda
beslenmeyi seviyorum.”
Ve Nazım, düşüncenin
düşlerden sıyrılma anını şöyle seslendirir; “ Vakıt hızla ilerliyor; Meryem Ana
Kilisesinde saat başlarını çalan borazan/Gece yarısını da çaldı/Ortaçağ’dan
gelen çığlığı yükseldi/Şehre yaklaşan düşmanı verdi haber/Ve sustu ansızın
gırtlağına saplanan okla/Borazan iç rahatlığıyla öldü/Ve ben, yaklaşan düşmanı
görüp de/Haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm.”
Böyledir şirinin
düşünceyi tetiklemesi; ucu bucu; yoktur…
Güven Serin
2 yorum:
e o yüzden işteee şiiri tehlikeli bulurlaar :)
Bulmasalar bu kadar kıymetli ve kıt olur mu hiç:)) Şiir,biraz melankoli,biraz yalnızlık,biraz özlem,düş,hayal,biraz mit ve yaşamın başka bir boyut hakkı:)
Yorum Gönder