DÜŞ KIRIKLIĞI
----------------------------------
Hemen hemen her
insanın içinde, derinlerde olan düşleri vardır; dünyaya, yakın çevresine dair…
Bir hele geçirsem şu mevkii, göstereceğim günlerini! Bir kazansam büyük ikramiyeyi,
görecekler günlerini!
Düşlerimizin gücü,
derinliği hemen hemen hepsinin çevremizden etkilenip şekillenmesinden
ibarettir. Yazı ve okuma hayatı içindeki insanlar daha fazla düş kurarlar.
Zaten işlerinin yarısı düşlerden ibarettir. Yaratıcılığın vazgeçilmezidir
düşler…
Çocukluk zamanımın düşü,
rüyaya dönüşmüştü. Öyle etkilenmişim ki sabahleyin kalktığımda Gülsüm Ninemin
kurduğu yer yatağında bakkal dükkânını arıyordum. O kadar üzüldüm ki; nereye
gitmişti o güzelim bakkal dükkânı!
Yıllardır yerel basında;
Sığdaki Derinlikler isimli köşemde yazıp duruyorum. Sadeliğine sade,
beklentisiz olma açısından da bir idealistin sağlamlığı kadar sağlam durduğumu
sanıyordum…
Hâlbuki için için,
her sözcük, her çalışma beni bir parça daha öteye, düşler ülkesine de taşımıyor
değildi. Belki bir gün bir kitap, bir hikâye ve daha yukarılara çıkma düşü…
Bütün bunların tek sebebi var; yaşadığımız toplumun beklentileri…
Bizler bu beklentilere
boyun eğdiğimiz an sıradanlığın yolculuğuna başlıyoruz. İster yazar, çizer,
düşünür olalım; ister başka şey; toplumun “AFERİN” demesine muhtacız… Bu yüzden
aldığımız büyük araçlar, evler; bir an önce başkalarını duyurma istekleri;
ezici güzellikleriyle doludur…
Beni düşünden
uyandıran kişi yine bizim gibi bir yazar oldu. Julus Renard bir gece ruhlar âleminden
değil de edebi dünyadan, onun yaşam dolu sayfalarından sıyrılıp bana seslendi;
“ Kendinde büyük bir
yetenek olduğunu ortaya koyma isteğini yitirdiğin an, gerçek bir gelişme
gösterebileceğini unutma!”
Gitti bütün düşlerim!
Ünlü, zengin olma heyecanım; hepsi bir toz bulutu gibi dağılıp gitti…
Peki, ama bir söz
bunca düşü, kurguyu bir den yerle bir eder mi? Yüzüncü Maymun Teorisini
hatırlatmak isterim. Bir de koca bir bardağı taşıran en son küçük damlanın
büyüklüğünü…
İçimde, ruhumda bir
şey daha dengelendi. Sonsuz beklentilerin garip sancılarına ayrılan zamanın ne büyük,
ömrümüzün ise ne kadar küçük olduğunu anlamak adına; pek de iyi; pek de insanüstü
bir hissiyat…
4 yorum:
Konuyla ilgili yüzüncü maymun benzetmesi çok yerinde olmuş. Nedenlerin niçinlerin tam yanıt alamadığı bir muamma aslında. "Kuantum eşiği" adı boşuna değil. Bu eşiğin aşılmasıyla kalitenin yüzde yüz ilgisi var diyemiyoruz. "Doğru zincir, doğru halkalar" denilebilir, çoğu zaman ŞANS belki de. Farkındalık yaratmak için belirli bir limite gereksinim olduğu da...
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi rock grubu Beatles'ın tanıtım çabaları, kendilerini hiç beğenmeyen Decca plak şirketi hikâyeleri geldi yine aklıma. Diyeceğim o ki, geç olsun da güç olsun ama "düş kırıklığı" olmasın Güven Bey ;)
Ellerinize sağlık...
Zaman zaman kavramlar arasında ki debelenme çaresizliğe düşme durumlarımız hiç de boş değil.Daha dünyanın durumunu,oluşumunu kavrayamadığım zamanlar,bu yuvarlağın kenarına gelince o büyük sonsuz boşluğa niçin düşmediğimizi anlamaya çalışıyordum:)) Sonra;sıfır hacimden doğan evreni anladığımı sanıp halen anlamadığımı biliyorum.Bu kadar büyük oluşuma insan zekasının yetmeyeceğini,kırıntılarla yetinmem gerektiğini baştan beri kabul ettim. Ama evrenin bir parçası olmanın yanı da,her daim eşiği aşma planları yapıyor oluşumuz:)) Haklısın Zeugma;Olmasın düş kırıklıkları;zaten,bu çalışmaya bir parça mizah yüklemekti maksadım,halimden fazlasıyla memnunum;mülkiyetsizliğin sefasını sürmek ayrı bir saltanat:))
oooo, egoyu yenmeyi kast etmiş bence, çok iyiii :)
Teşekkürler Deep;başaracak mı bakalım;dereyi görmeden paçaları sıvamış olmasın:))
Yorum Gönder