6 Eylül 2018 Perşembe

YAŞAMAK NEDEN BÖYLE İÇLER ACISI


DAVİD HELFGOTH



VİRGİNİA WOOLF

  YAŞAMAK NEDEN BÖYLE İÇLER ACISI!
---------------------------------------------

  Kimini, gamsızlığın ödülüyle eğlendirirken, kimini ise bir karıncanın geçiş yolunun hassasiyetiyle oyalayan, milyarlarca yıldız gibi, insan karakteri, yaşam biçimleri ve algıları olduğu ve arttığı bir zamanın yüzyılın birinci çeyreğine tanıklık ediyoruz.

 Elektriksiz, yolsuz geçen zamanlar ve yamalı pantolonların utancı çok ama çok gerilerde kaldı.

 Görünen bütün; her şeyin satılık olduğunu gösteriyorken, bütünün parçalarına ait olan diğer insanların iniltisi niçin bitmiyor? Özellikle narin, zarif ve üretmenin sanatsal limanına sığınmış olanların!

  Virginia Woolf, yaşamı birkaç sözcükle sorgular; zorlandığı, pes etmeye yakın olduğu da bellidir;” Yaşamak neden böyle içler acısı! Neden bir uçurumun yanı başından geçen daracık bir yol gibi?”

 Asıl cevabı kim verebilir ki? Her geçen gün bir şey daha öğreniyorum. Öğrendikçe, daha anlamlı, detaylı hale gelen yaşam; daha da uzaklaşıyor ellerimden. Daha savurgan mıyım? Yoksa daha dikkatsiz? Belki de yazı sanatının hürriyetini, yaşama taşımak isteyişimin, üzerime çöken ağırlığı taşıyamayıp, bükülen bedenimin büyük sancısı, yoruyor beni…

 Zeugma isimli blog yazarının on yıl önce yazdığı; Sanatçının Dünyaya Bakış Açısı isimli çalışması; bir insanın, yazarın yaratmaya sunduğu katkının nasıl da zamansızlığa emanet edildiğinin bir kanıtıdır.

 Yazar, bu konuyu, yazdığı, yaptığı çalışmayı çoktan unutmuş. Ben ise; bir sanatçının geçmişinde gezinirken altın bulmuş bir çocuk sevinciyle… Oradan, önerilen filme; SHİNE-Parlaklığa uzandım.

 Film başlarken, burnum, sanatın kokusunu aldı. Gözler, gülümseme ve buğulanmayı bir tuttu… Bir film, nice yaşamın telef oluşunu anlatacak, çözümleyecek, insana, diğer insanların hatalarını tekrarlatmayacak kadar güçlü öğretiler, görsellikler ve müziğin notalarıyla doluysa; insanın ruhunda bırakılan iz de bir o kadar dolu oluyor…

 Sanki beynimin içinde Rachmaninof’un 3. Konçertosu çalıyor; bir baba öfkeleniyor, bir oğul siniyor; zararı, ziyanı azaltmak, belki de vahşiliğin tatmin olmasını kolaylaştırmak adına…

 Bu film, bu yazı; içi doldurulmuş bir çalışmaya, oradan oraya savrulanlara bir rehber olmaya aday; kendi zamansızlığı, kuytuluğu içinde parıltılar saçarak bekleyecek; sevgi denen şeyin büyüklüğünün, ayarlanamaz oluşunun ne büyük kırılmalara neden olacağını unutturmayacak olan bir isim kalacak hafızada; David Helfgoth…

Güven Serin 


4 yorum:

deeptone dedi ki...

woolf'un hayatıyla ilgili "saatler" filmi var, iyi film. onun üzücü hayatı işte (nicole kidman). shine tabikideeee. o piyanistin icraları var yutupta veya cd de filan. ne hayatlar işte. şeyi izle bak :) amadeus (milos forman), basquiat (julian schnabel), dünyanın bütün sabahları (alain corneau). müthiş hayatlar müthiş filmler :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Woolf'un filmine bakacağım.Merak ettim.. Evet;Dünyanın bütün sabahları yılda bir kez izlenecek bir eser;teşekkürler Deep...

Beyaz Yakalı dedi ki...

Sizin yazınızla ben de filmi merak ettim. Ben de izleyeceğim, teşekkür ederim.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Teşekkür ederim Beyaz Yakalı;pişman olunmayacak,vakit kaybı olmayacak bir film..