9 Ağustos 2017 Çarşamba

ŞAFAK VAKTİ RÜZGARI YAKALAMAK


Kamera; Güven-Ganoslar Diyarı 


Kamera; Güven 
Fotoğraf çekmek kolay değil; Yunus Usta
iyi iş çıkartmak için her yolu deniyor.


Kamera, Güven
Yeşilin her katmanı,değerlidir,hoştur..


Kamera; Güven
Bülent Yorulmaz,gördüğü tepeler,vadiler karşısında
içselleştirme yapıyor.


Kamera; Güven
Uçmakdere Güney Tepeleri
Anıt Ağaç,zamansızlığı ve zamanı anlatıyor...

Kamera; Bülent

Sabah Kahvaltısı;doğaya teşekkür töreni..

Şarabı unutmuş olmamız,çay ile minnet
duymayacağımız anlamına gelmez elbet..


Kamera; Güven 
Ganoslar İçiçe Geçmiş Tepeler


                                           ŞAFAK VAKTİ RÜZGÂRI YAKALAMAK



  Böyle bir algı, düşünce, hayal olmaktan çok gerçeğin ta kendisidir. Eğer, çevrenizde Ganoslar (Işıklar) Dağları gibi dağlar, içtenliğin, iç içe geçmişliği diyarları varsa, o sabah tembellik etmeyip, gecenin 04.00 zamanı uyanıyorsanız; bu mümkündür.

  Vakit, şafağa uzanan vakitse; gün tazelik kokuyor demektir. Algınızın genişliği, duyarlılığı, şaşkınlığı karşısında minnetten öte bir sarılış destanı yaratmanız da mümkün…

  Dağlara, ormanlara, tepelere ve oraya ait; insandan çok önce gelmiş; bütün hayvanlara; karatavuklara, kekliklere, bülbüllere, çobanaldatan kuşundan kartala, domuza, çakala, tilkiye, farelere kadar tümüne insafın derinlerine bakan ilmi ve vicdani bir sarılış gerçekleştirmek, oldukça insan işi…

  Vakit, gitme vakti; aynı zamanda Ganoslarla özlem giderme anı demek olduğunu; ben kadar yürüyüşe katılan; Yunus Usta ve Bülent Yorulmaz da biliyor. Bu bilgi, bu heyecan Bülent için daha çok yeni olsa da; Yunus Usta ile başlattığımız bu Ganos, şafak yolculuğu yılları birbirine bağladı.

 Bu yüzden, Bülent,şafağa doğru ilerlerken sordu; “ Güven ağabey,bu yol nereye gider?” Bu soru, bilinen bir yolun tarifi, harita bilgisi olmaktan öte geçti; Theo Agelopoulos’un bir filmi içinde ki sahne sorusu gibi; yaşamın, uygarlıkların derinliklerine dikkat çeken bir algı yarattı.

 Gerçekten de bu yol nereye gider? İnsanlığın, uygarlıkların, henüz ortaya çıkmış kıymıklar bile tam anlaşımazken, bunca çabanın, savaşın, barışın bir türlü uzlaşılmayan cennetsel düşlerin, cehnnemi fikir ve yalnızlıkların; kısır döngülerin yolu; nereye gider?

 Cevap vermedim. Bilerek… Bülent de bilerek, cevabı istemedi… Biliyordu ki, doğaya, ilime, felsefeye, edebiyata doğru yürüyüş başladı mı; sonu yok! Bilinenlerden çok daha fazla; bilinmeyen…

  İran’ın çok önemli kadın şairi Furuğ Ferruhzad 32 yıllık ömre, halen yanına yaklaşılmayan özgünlük, öncülük sığdırmıştır. Şiir yazmanın yanında, yaptığı belgesel, çok önemli bir insanlık gerçeğine IŞIK tutuyor;

  Cehalete… Yoksulluğa… Kadının günahlarına dikkat çeken erkeğin hokkabazlığına da… Furuğ’un çektiği belgeselin ismi, Eve Karadır!

  Bu karalığın bulaşıcılığını, hastalığın ilacının yine insan olduğunu bir kez daha hatırlama heyecanı ile Ganoslara her çıkışımda, kavuşum anında; Ganoslar Işıktır! Diyeceğim… Denizdir… Ihlamurdur… Kekiktir… Kekliktir… Çam ağacıdır… Çobanaldatan, Karatavuk, bülbüldür… Adaçayıdır, üzümdür, bağdır; kayıp medeniyetlerin diyarıdır…

  Hafta sonu bu bölgeye hakkını veren bir gözlem içinde giderseniz, bölgenin tarihsel, mitolojik, doğal ve sosyolojik güzelliklerinin yanında, yalnızlığa terk edilmiş köylerinin, doğasının nasıl da büyük bir işgal veya huzur arayıcıları tarafından görülmeye değer olduğunu; akan araç trafiğinden anlarsınız.

 Tam da her şey doğallığını korur, henüz bozulmamışken; her şeyin ticaret olmadığını tüm kurullar ve bu konuda önce şehirler, ülkeler incelenerek, bu yörenin, vahşi bir ticari anlayış içinde yok edilmesini önlemek de elimizde.

  Gözlemecilere verilen görgü, ticari uyarılar, destekler işe yaramış. Uçmakdere, sancılar içinde doğum yapan annenin, doğmuş bebeği gibi; artık, gülümsüyor; bu işin öncüsü olabilir; ben de Ganoslaran evladı, kendisiyim, diye; gün ışıktır, çoğalma, yaşam çığlığıdır, diyor.

  Bölgenin anıt ağaçları da oldukça çok ve bakıma muhtaç… Hiçbir şey, bunca yıla boşu boşuna dayanmaz. Bir anlamı, açıklaması ve saygınlığı hak eder… Uçmakdere’nin girişinde ki anıtsal çınar ağacı gibi, Uçmakdere’in güney tepelerinde, eski manastır bölgesinde ki anıtsal ağaç; acilen, bakıma, korunmaya ihtiyaç duyduğunu; koşulsuz bir doğal güzellikle anlatıyor.

 Sabah kahvaltısını işte bu anıt ağacın hemen yakınında ki çeşmenin yanında yaptık. Manzaranın ucu bucağı yok… Tarifsiz katmanlar… Yakınımızda ki incir ağacının hoş kokulu, yaprağında ki davetkârlık, yaseminleri, karanfilleri, gülleri, ıhlamurları, iğde ağaçlarını imrendirecek kadar yoğun…

  Kahvaltı, dürbün ile doğanın manzaralarına bakışla devam etti. Elbette Leonard Chen’in Waiting For The Miracle şarkısı da manzara izlerine tanıklık etti. Furuğ’un Yeryüzü Ayetleri kitabından üç şiir okudu. Birini Yunus Usta, birini Bülent ve diğeri benim tarafımdan…

 Bunca güzellik; doğanın milyonlarca yıl çalışmasının ürünü. Ancak, edebi, felsefi, tarihsel, sosyolojik, insana dair doğaya doğal bir sokulmayla anlamlandırılıp değerli bir ana dönüşebilir. Yıkmadan, yok etmeden, batırmadan… Herkese; bütün canlılara, insanlara ait bu değerlerin misafiri olduğumuzu bilerek; evimize girerken ayakkabılarımızı bile çıkarmayı önemli gördüğümüz gibi; titiz, nazik, şefkatli ve görgü içinde dokunarak…

 Yunus Usta İranlı şair Furuğ’un kitabını eline aldı ve bir sayfa seçip okudu;

Güneş soğuğunda
Bereket yeryüzünden uçup gitti

Ve çayırlar kurudu ovalarda
Ve balıklar kurudu denizlerde
Ve toprak ölülerini,
Kabul etmez oldu…


 Güven Serin 








Hiç yorum yok: