Açıp bütün pencereleri;içeri,
taze hava girsin...
İÇERİ TAZE HAVA
GİRMESİNİ SAĞLAYACAĞIM
Cumhuriyetin önemli
duyarlılıklarından birisidir sanatsal öğretiler. Bu yüzden önemsenir, opera,
bale, tiyatro… İşte tam da bunu anlatmak için tutuşulmuştur sanatın bütün
okullarına; klasik müzikten, Türk müziğine, halk müziğine kadar…
Cumhuriyet döneminin
devlet eliyle yapılan binalarında bu kokuyu görebilir, insan enerjisini, düşsel
yeteneğini mimarinin içinden filizlendirildiğine tanıklık edebilirsiniz.
Çocukluğumun dönemlerinden; “ güneş girmeyen eve, doktor girer.” İfadeleri
yaygındı.
İlkokulun geniş
bahçesinde en az yarım saat, idman zamanı; yani, spor yapılırdı. Nasıl ki, taze
hava için pencereleri açılırsa bir evin; insanın ruhunu yeşerten bedenini
yücelten ciğerleri için de, sabahların taze idmanı gerekir…
Son yıllarda,
şehirlerde, ilçelerde bisiklet ve motor sporunun yaygınlaşması, sıkışan insanlığın,
şehir surlarını aşmak, doğaya, temiz havaya, hapsedilmiş ruhu ve ciğerlerini
yaşamın ritmine bırakmaktan kaynaklanıyor.
Yılmaz Spor Kulübü,
gece vakti. Çayım, suyum ve masada duran kitabım; bildik Trakyalı
alışkanlığıyla çekirdeğimi çitliyorum. Selam vererek yanıma yaklaşan adam,
oturacak yer olarak, benim bulunduğum kamelyanın yan minderine; izin isteyerek
oturdu. Uzun bir süre telefon görüşmesi yaptı.
Adam, telefon
görüşmesini yaparken, ben de hazırlık yaptım. Telefon görüşmesi biter bitmez;
tekrar selamlaşacağımız gün gibi ortada. Adamın ilk sorusu; “ Nerelisin?”
olacak. İkinci sorusu da; doğduğum yerden bir asker arkadaşı olduğu üzerine;
silik hatıraları benle buluşturacak.
Hemen pratiğimi
yaptım; ilkokul sabahları derse başlamadan önce yaptığımız yarım saatlik idman
gibi idman yaptım, çekirdeklerin canına okurken. Tahmin ettiğim gibi, adamın
tekrar selam verişi ve ; “Nerelisin?”
Tek ve tok bir
cevap; Edirne, İpsala doğumluyum ama oradan çok önceleri geldim; tanıdıklarım
çok az… Bu adamın önüne küçük bir set koymaktı. Oysa adam, gecenin, serin,
temiz havasıyla buluşmuş. Etrafta, güven, sükûnet ve kamelyanın altında da
masasında kitabı bulunan ilginç bir adam var. Tahmin ettiğim gibi, İpsala’dan
bir asker arkadaşı varmış… İsmini çıkartamadı. Hiç üstelemedim… Hatıra bulma
kurumu olmaya niyet bile etmedim.
Bir süre sonra,
adamın hikâyesi, ismi, çocukluğundan bugüne olan yaşam serüveni seriliverdi
kamelyanın masası civarına. Öksüz büyümüş. Çabalama, emeklerle dolu bir yaşam ardından,
önce oğluna, sonra kızına ev almış olmanın büyük onurunu taşıyan bir insan
duyarlılığıyla gecenin derinlerine kadar masada kaldı.
Sohbetleri,
doğallığıyla kabullenmek, çiziden çıkarken, çiziye doğalmışçasına girmesine sağlamak;
edebiyatın, felsefenin insana kazandırdığı en güzel nimetlerden birisi. Bu
sohbetin bana kazandırdığına gelince, kamelyanın gece sohbetinde bana eşlik
eden adamın, yöresel bir deyimi aktarması oldu. İlk kez duyduğum, hemen not
aldığım deyim; “ Sevap işleyeceğim derken, günah girme boşu boşuna!”
Üzerinde ne kadar çok
durulacak bir deyim… Adamın söylediğine göre, tanıdığı yaşlı bir adam; Seyfi Dayı,
diye birisinin sıkça söylediği bir şeymiş. Seyfi Dayının dini göstermediği
ilginin gereği mi; yoksa dindarım diyerek, dinin ahlakına uygun yaşamayanları
hatırlatmak mıdır bilinmez.
Bu öğretiye, bir
başka öğretiyi buraya taşıyarak katkı sağlamayı düşündüm. Henrik İbsen’in bir
oyun sahnesinde, iki karakter konuşurlar; “
Birincisi sorar; “ Toplumumuzda ne yapacaksınız Bayan Hasel?
İkinci karakter cevap verir;
“ İçeri taze hava girmesini sağlayacağım Pastor.”
Yaşamın her yanında
ayrı bir tazelik fışkırıyor; bir gecenin başlangıcında, bir kamelya altında
veya bir uzak balkonda, iki kadının, zaman zaman görünen ay ışığının altında
kahve yudumlamaları içinde birbirine duydukları güven, sundukları huzur
öğretileri içinde; bir köy, bir kasaba,
kent; belki de bir tiyatro sahnesinde; Yedi Kocalı Hürmüz’ün, namus ile
namussuzluğun ters çevrildiği anlatımlarında, gösterimlerinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder