İYİMSER KÖTÜMSERLİK
Şair, sanatçıya
düşen görev bilinciyle kuşkularını dile getirir. Üstelik dili de çok uzun olan,
ahlak anlayışı bizim efendiliğimizi zorlayan; ağır ağabey-abla görünmek yerine
sevenlerini yanıltmak yerine ilk başlarda şaşırtır sanatçı.
Baştan sona;
çocukluğundan yaşlılığına kadar aynı istikrarlı şaşırtma ve bilinen ahlakçı
gösteriye hiçbir şekilde yanıt vermeyen, onların kalplerinde taşıdıkları büyük
yalanlara inanmayan birisidir Charles Bukowski.
Onu anlamak için
bugün; günümüzde dağıtılan ödüllere iyice bakın! Bakın ki, gerçek sanatçının
peşinde kaç kişi koşuyor? Ödülleri niçin verirler? Al gülüm; ver gülüm düzenine
bir kat daha hiçlik katmak için mi; yoksa insanlık yolculuğunda edebi yaşamı
hak etmiş, sanatçının sanatını kutlama, onurlandırma adına mı?
Charles Bukowski
böyle yaşamlara; biraz kaba sayılan “ moktan yaşamlar” olarak baktığı bellidir;
aşikârdır. Moktanlığı kaldıra bilmek için, en yakın sığınma arkadaşı da alkol
olur.
Ölmek için dünyaya
gelen insanı şiirsel ve felsefi anlatımı ise;
“İnsan ölmek için dünyaya geliyordu. Bunun anlamı neydi?
Hayatımızı oraya buraya takılarak geçiriyorduk. Bizi bir yerlere getirecek
treni bekleyerek, sıcak bir ağustos gecesi bir otel odasında koca göğüslü bir
kadın bekleyerek.”
Beklemenin can
sıkıcı olmasından çok, bekletilmenin aldatıcı etkisidir şairi zorlayan, yaşam
avareliğine sürükleyen şey.
Yakın zamanda bir
insanlık buluşu yapılırsa; insana bağlanacak bir alet, insanın saygınlığını,
erdemini, dürüstlüğünü ölçebilme becerisine sahip olursa; bu aleti ilk önce
kimler lanetleyecek; kimler yasaklayacak; biliyor olmama rağmen yine de
bilmemişin merakıyla bekliyorum…
Kendini yüce insan
ilan edenler, kendini tanrının kılığına sokup, ona, buna ceza kesip, günahını,
sevabını dağıtma ahmaklığına girenler; bu aletten kaçmak için delik
arayacakları kesindir.
Muhafazakâr bir
partinin partililer ile tanışma toplantısını bir süre izledim. Mehter Takımı,
insanın ürpertecek, tarihin içine çekecek kadar duygulu çalıyor. Partinin
üyeleri, taraftarları bayrama gelmiş gibiler; yeni, temiz ve tıraşlı, makyajlı
halleriyle pırıltılar saçıyorlar.
Yine de bir şeyler
eksik… Herkesin elinde son model akıllı telefonlar. Sahneye giren iki ağır
araba; iki Alman malı Mercedes; ağırlıklı oluşuyla göz kamaştırırken, bütün
partililerin saygıyla bakmasına neden oluyor. Çünkü onun taşıdığı, taşıyacağı
kişiler de ağır kişiler; yani saygı duyulacak; en azından siyasi olarak, onları
bir yere taşıyacak veya bir yerlerle köprü olabilecek oranda ağır…
Bir yandan mehter
takımı olanca içtenliğiyle halkı selamlıyor. Bir yandan iki Mercedes, bütün
partilileri ikiye bölmüş, kutsal bir şeyi korur gibi, hiç kimse ona dayanmıyor;
onu saygıdeğer bir canlıyı korudukları gibi koruyorlar.
Peki, ama bunca
söylem; gâvurluk üzerine bunca önyargı nerede? Mehter marşının yüreklere su
serpen marşlarıyla onca yeri alıp vatan yaptıktan sonra koruyamamak, onca
bilgi, görgü ve kadim toplulukları, milletleri bir araya getirip de ilmen niçin
dünyanın öncüsü biz olmadık da; onca söz, önyargı hastalığı oluşturduğumuz
milletler arabasıyla, telefonuyla, aşısı, hap; ilacı, petrolü, enerjsiyle bizi
tutsak eyler?
Sanatçı burada girer
devreye. Büyük kandırılmalara, gösterilen büyük suskunluklara meydan okur;
üzerine yağacak bir türlü belayı bile bile; en yakın dostundan yudum yudum
içerek selamlar yaşamı.
Bizi şaşırtan şiirsel haykırışı devam eder Bukowski’nin;
“ Genellikle yaşamın en güzel bölümleri hemen hiçbir şey
yapmadığımız anlardır. Vaktimizi tümüyle ense yaparak geçirirsiniz. Her şeyin
anlamsız olduğunu fark ettiğiniz zaman, bunun ayrımına varmış olmanız
yaşamınızı anlamsız olmaktan kurtarır aslında. Ne demek istediğimi anlıyor
musunuz? Benimkisi iyimser bir kötümserlik…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder