Kamera; Güven
Önce ağaç vardı...
Kamera; Güven
ÖNCE AĞAÇ VARDI
Bu başlığa birçok
başlık ekleyebiliriz; önce söz vardı! Önce şiir vardı! Derken, önceliğin ağaçta
olacağını da ısrarla tekrarlamak isterim. Neredeyse yaşamın ilk çıkış
zamanlarından beri; milyonlarca yıl önce de AĞAÇ vardı…
Şair Höldernlın; Ey
Fırat kentleri! Ey Palmira sokakları! Ey çöl düzlüğündeki sütun ormanları,
derken de insandan, uygarlıklardan öteye uzanan o masalımsı, destansı ormanları
hatırlatıyor.
Her hafta sonu gitmiş
olduğum okulun bahçesinde çam ağaçları, görkemli bir yeşillik, neşe ve huzur
içinde göğe yükseliyor. Bazıları; 30–40 yaşlarında. Sanırım, okulun ilk
yapıldığı, açıldığı zamanlardan; bir tohumun, fidanın, yeşerme ve zamana akma
başlangıcından kalma.
Anlattığım okul
Süleymanpaşa Anadolu Lisesi bahçesidir. Pansiyonu, halı sağası, satranç pisti,
basket sahaları ve kapalı spor salonu; çocukları yanında yeşile olan
düşkünlüğüyle öne çıkan bir okul.
Burada aynı anda kaç
canlı soluk alıp, günün telaşını yaşıyor bilemiyorum. Bildiğim bir şey var;
ağacın, yeşilin, çiçeğin, toprağın ve gençliğin var olduğu; insan seslerinin ve
bazen sanatsal sessizliğin yaşandığı yer…
Lisenin ön, arka, yan
bahçelerinde onlarca ağacı görebilir, onlara dokunabilirsiniz. Hatta leylak
renkli yasemin kokulu erguvanların tam da tomurcuklandığı ana tanıklık
edebilirsiniz. Her şey, doğanın barışıyla dengede anlam kazanıyor. Betona,
çeliğe, demire; yapılara ne kadar çok muhtaçsak; onlardan daha çok doğaya,
doğanın var edici düzenine, mimarlığına muhtacız.
Ağaç koridorlarında,
yeşil desenli bahçelerin lisesinde etrafı gezmek, kendi hikâyemin içinde
kaybolmak hoşuma gidiyor. Kumruların, serçelerin, kargaların öteden beri evi olan,
onların ötüşleri, kanat çırpışları insanın varlık ile yokluk arasında ki
incecik çizgiyi; YAŞAMI hatırlatıyor.
Bir ağaç var ki; bir
çam ağacı, bir sürü çam ağacı gibi, yeşil yapraklı ağaçlardan birisi; sanki
oranın sözcüsü, bütün ağaçların öncüsü gibi; dört kolu, dört yöne, dört
güzelliği, milyon türlü çare üretiyor gibi; boylu-poslu yükseliyor maviliğe.
Kuzeybatıya bakan
kolu; en görkemli olanı! Diğer kollarının iki misli; kuzey ile batının
güneşini, rüzgârını, nemini, ışığını önce o almış; bütün dengeyi o yürütüyor
gibi sağlıklı ve sağlam.
Her zaman ki gibi
yeşilin içinde yükselen okulun bahçesinde Doğa Irmağı bekledim. Büyük boy
satranç oyun sahasının yanından geçtim. Halı sahada top koşturan çocukların
çığlıklarını, onlara ant içmiş,yaptığı işe gönül vermiş çalıştırıcılarının
uyarılarını,yine bildik o gülümsemeyle değerlendirdim.
Erguvanları kokladım.
Yine dört kolu olan çam ağacının yanına geldim. Beli ki sağlam bir şekilde kök
salmış toprağın derinlerine. Tıpkı evreni oluşturan; oluşturduğu sanılan dört
element; hava, su, ateş, toprak; dört kolu, dört yönü, dört var edici mucizenin
hatırlatmasını ısrarla yapıyor.
Çam ağacının
hafızasına dokunsak; onun anılarını; muhtemelen ileride ki teknolojiler bunu
başaracak. Onun izlediklerini, tanıklık ettiği zamanlarının kaydını, filme
dönüştürsek; ortaya ne büyük bir eser çıkardı!
Tam da okulun
bahçesine; köşede duran çam ağacı; binlerce çocuğun cıvıltısını duydu. Nice
gülümsemeleri, stresli anları, küçük şakalaşmaları; hafif küskünlükleri izledi.
Belki de gülümsedi; insanın küçük yaşamının, büyük evrenin milyarlarca seçeneği
arasında, insanın duygularından birkaçına hapsoluşunu; ilgi, ibret ve
bilgelikle izledi.
İnanıyorum; yakın
gelecekte ağaçların da hafızaları önemseyecek, onların tanıklık yaptığı zaman
dilimini, insanı şaşırtan ilimin, teknolojinin sayesinde gözler önüne serecek
insanlık. Milyarlarca kilometre öteye uydu, uzay aracı yollayan insanlık; bunu
da pekâlâ yapabilir; yapabilecek…
Gelişmelerin
büyüklüğü ne kadar şaşırtıcı, mucizeye yakın olsa dahi; insanın varacağı yer;
yine kendi içinde ki sadelik olacağı bellidir. Bütün mucizeler bir yana; insanın
kendi hissiyatı, görgü ve bilgisiyle anlaştığı, ses verip ses aldığı bir EVREN
var. Bu evrenin parçası da dünyamız. İçinde, kuşlar, çiçekler ağaçlar dolu.
Hepsi, insandan önce vardı. Ve tamamıyla, insanın dünyasına,
yine insanın, yüksek hissiyatıyla, rüyalar, masallar, hikâyeler, ilime ve akla
tutunan gerçek ile düşleri bir arada hizmet ediyorlar.
Anlaşılan o ki,
kulak, göz, el, dil; bilinen duyulardan öte duyu bolluğu yaşanıyor. Kimi 33,
kimi 21 kimi 10 duyu var diyor. Nasıl ki bilinen renklerin bugün için milyona
ulaştığı ortadaysa, insanın duyu zenginliği, daha bilemediğimiz, varlığından
bile haberdar olmadığımız nice şey gibi; eksiğiz.
Belki de insan
eksikleriyle güzel. Tamamladıkça, tamamlandıkça daha da ayrı bir SANAT çıkacak
ortaya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder