İNTERNETTEN
ŞİKİRPARE (ŞEKARPARE)
Yavuz Turgul’un
yazdığı, uyarlama ve yönetmenliğini Engin Alkan’ın yaptığı şu an Muhsin
Ertuğrul Sahnesinde oynanan 3 saatlik bir oyun. Oyun olmaktan öte bir şey…
Girerken birçok
insan gibi ben de 3 saatlik bir oyunda uyumadan, dikkatim dağılmadan dura
bilecek miyim diye düşündüm. 3 saatin sonunda hiç kimsenin kalkası yoktu; daha
birkaç saat devam etse diye düşünenlerdendim…
Şehir Tiyatroları bu
oyunu sahneleme cesaretini kutluyorum. Cehalet, içe kapanıklık, sorgusuz,
sualsiz kabul edişler sadece okulların, güzel giyinip yüksek harcamaların
sayesinde yok olmuyor.
Tiyatro, sinema
kadar; sinema tiyatro kadar cesur ve sanatın özünden kopmadan, toplumsal
olayların, çürük kokularına kulak verdiği takdirde ve 600 kişilik Muhsin Ertuğrul
Sahnesi biletleri önceden bitmesi Cumhuriyetin ülkesinde bir şeylerin
değiştiğini, değişeceğini de anlatıyor.
Oyunun ismi
Şekarpare olmasına rağmen Şekarpare’ye vurulmuş olan bekçi Cumali ise saflığın,
kırsallığın, yoksunluğun simgesi olarak seslenir; Şikirpare, Şikirpare
vurulmuşum ben sana!
Oyunun çok önemli
karakterlerinden birisidir bekçi Cumali. Diğeri ise Ziver’dir. Ziver
Komiserdir. Asayiş ondan sorulur. Ülke yönetimi ise monarşidir. Yani padişah
vardır başta. Ziver de o bölgenin padişahıdır aynı zamanda. Üstelik kurnaz,
hilebaz, rüşvetçi bir karakterdir. Her toplumda; ama çürümüş, yozlaşmış ve
denetimsiz toplumlarda daha fazla olan insan tiplerinden…
Bernard Shaw
yüzyıllar öncesinden, İrlanda’dan, Dublin’den haykırır; “ Cehalet! Hareket
halinde ki cehaletten daha korkuncu yoktur!”
İnsan merkezli bütün
öğretiler, cehaletin karşısında tampon görevi görür. İster hareket halinde,
isterse hareketsiz olsun; yeryüzünde yaşam vardır. Yaşamın olduğu yerde de
çürüme; çürümenin olduğu alanlarda da pis kokular…
Yaklaşık 600 kişiyle
birlikte izledim bekçi Cumali’nin Şikirpare diye seslendiği Şekarpare oyununu.
7 yaşında ki çocuktan tutun da 60 yaşında olanına kadar; tümüyle birlikte
güldük, alkışladık ve içten içe irdeledik; insan törenselliği içinde.
Yavuz Turgul eseri,
Engin Alkan uyarlaması olan Şekarpare oyunculuk açısından ayrı bir
değerlendirme yapılırken aynı zamanda sosyolojik açıdan da çok önemli bir oyun.
Nasıl ki insan denen canlının inceledikçe şaşırdığımız mucizevî bir anatomik
yapısı varsa, sanattan, sanatsallıktan beslenen tiyatronun da insan anatomisine
benzeyen tarafı vardır.
Bilginiz arttıkça
sadece ses, düşünce, karakter biçimi dikkatinizi çekmez. Tenin renginden,
gülüşüne, gülüşünden ruhuna, kılcal damarlarından gözle göremediğimiz yaşamsal
hücrelerine kadar…
Şekarpare oyununun
gözle görüp görmeme konusunda zorlanacağımız, insan bedeninde bulunan kılcal
damarları veya hücreleri gibi yönleri tarafları var.
Nasıl mı?
Örneğin, en önemli
karakterlerinden ikisi; Komiser Ziver ile Bekçi Cumali. Ve üçüncü karakter;
genelev kadını Şekarpare.
Seyirci oyun
bitiminde bu üç karakteri; özellikle Komiser Ziver ile Bekçi Cumali’yi elleri
acıyana kadar alkışladı.
Niçin?
Bu karakterleri
canlandıran Komiser Engin Alkan’ın, bekçi karakterini canlandıran Ugur
Dilbaz’ın, Şekarpare karakterinin canlandıran Dolunay Pircioğlu’nun usta
sanatçılığı mı? Sahne tasarımın gücü mü? Yoksa dramaturg Sinem Özlek’in
başarısı mı?
Bu saydıklarımın ve
sayamadıklarımın hepsinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir hatta iki etkisi
daha var ki insan denen canlının sürprizleri olarak görüyorum. İnsanı
ağırlaştırmanın veya hafif bırakmanın eksikleri, fazlalıkları her daim başka
bölümüşlüğü, bambaşka yenilenme ile eskilikleri, yozlaşma ile ilericilikleri
ortaya dökecektir.
Hilebazlığı,
rüşvetçiliği öne çıkan Komiser Ziver, saflığı, cehaleti başköşeye oturan Bekçi
Cumali aynı alkışı alıyor.
Bu karakterlerin
algısı, hassas dengeleri tam da ruhumuzun kenarında; belki de insanın insanlık
sürecinde ki GENETİK yapısında gizlidir. Henüz tamamlanamamış bu yapı, zıt
karakterleri de alkışlayarak, onayarak, sanatın aziz saygınlığı içinde düş ile
gerçeğin iç içe geçtiği bir yerde; aynı zamanda oyunu, oyuncuyu; sanatı ve
kendimizi de ALKIŞLIYORUZ…
2 yorum:
Tiyatronun, bireysel olsun, toplumsal olsun kazandırdıkları çok önemlidir.. Aynı zamanda, ortak değerleri değerlendirmek gibi bir işlev üstleniyor.
İnsana özgü olan ”gülmek, ağlamak, sevinmek, üzülmek, paylaşmak” bu duygularla ilgili her şeyi değerlendiriyor.
Tiyatronun ortak amacıda budur zaten ”çok seslilik, sorgulamak ve düşündürmek”.
Yoksa etliye sütlüye karışmadan suya sabuna dokunmadan sadece ticari kaygıya yönelik senaryolar üretmek, sistemin ve siyası iradenin palyaçosu olmak tiyatronun özündeki evrensel ruha ihanettir.
Bazen başkalarının hatalarından, bazen de deneyimlerinden çok değerli hediyeler bulabiliriz. O diğer denilenler, bizim kendimizi tanıma ve gelişme yolumuzda önemli birer yol gösterici olabilir.
Özellikle şekerparenin ana teması beni çok etkiledi, bize sunulanların dışında da çözüm aramak, vazgeçmemek ve inanmak. Doğruya,sevgiye inanmak ”bencilce değil” bütün enginliğiyle, ”egolardan,ön yargılardan” arınmış olarak. Algıda seçicilik, arınmışlık yoksa değişim olmaz zaten.
Çok teşekkür ederim, okurken, izlemiş kadar oldum...
Olcay
Saf sevgi büyük kurnazlığa,hilebazlığa karşı...
Yorum Gönder