Kamera; Güven Ganoslar
BABA OLMAK ZOR ŞEY
Mitolojiden tutun
masallara; masallardan edebiyata kadar kadının yeri; ana olmanın üretkenliği
her daim işlenmiş, taşa, mermere, kitaplara ve hafızalara kazınmıştır.
Anadolu kültüründe
Kybele (ana tanrı) olarak karşımıza çıkarken, Roma döneminde Rhea, Mısır
uygarlığında İsis olarak yön vermiş; inanılmış, tapılmış insanların akışlarını
günümüze kadar getirmiş.
Elbette ana önemli
bir kavramın tarafında, eksikliği ruhumuzu her daim sancı içinde bırakabilir.
Babanın; babalık
kavramı en az ana kadar önemliyken, anaçlığın zarafeti, zaferi; bütün
ezilmelere, horlanmalara karşın halen devam eder. Ana sözcüğüne, hisselliğine
nazikçe el sallayarak Hatice Ananın mavi gözlerinde ana şefkatine tutunurken
esas durmak istediğim konuya; babalığa geleceğim.
Babaların babası
küçük bir kuşun babalık aşkını işleyeceğim. Bu kuşun; bu çalımlı babanın genel
adı yalıçapkını. Bilim insanlarına teşekkür ederek, minnet ile selam ederek
babalık nasıl olur bir duyun; anlayın biraz…
Her hayvanın
yaradılışı, taşıdığı genlerinin baskısı sonucu ayrı bir çeşitlilik sunarken
yalıçapkını, o küçük kuş; o çapkın duruş, nice babalığı yolda bırakacak kadar
şefkat, çalışma içinde.
Nasıl mı? Anlattıktan
sonra, bu muhteşem, bu çapkın küçük kuşlara; değerli, saygın babaya sizde saygı
duyacaksınız. Tıpkı şairin babası için yazdığı şiirde ki gibi çapkın babaya;
Hayatta ben en çok
babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk.
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben böyle sevdim.
İşte yalıçapkını
olan bu küçük kuşun babalığını da şairin babasını sevdiği gibi sevdim…
Yalıçapkınları
üremek, yaşamın o güzel koşusunu sürdürmek için bir anne ve babadan kurulan bir
aile oluşturuyor. Birbirine oldukça bağlı; tabiatın koşullarına, evrenin
koşarcasına harcadığı değişim çabasına en çok ayak uyduran küçük kuşlar…
Yalıçapkını olan
babanın en kolay görevi yuvanın kurulduğu zamanlar. Dişisi yumurtaların üzerine
yattığı vakit bolca haylazlık yapıyor. Birkaç haftalık haylazlık yaklaşık yedi
yavrunun dünyaya gelmeleriyle son buluyor. Baba, babalık sorumluluğuyla yüzleşiyor.
Anne derhal bir başka yuvaya, yeniden yumurta bırakıp o yuvanın sorumluluğuna
koşuyor. Baba ise, tam manasıyla bir yaşam savaşına başlıyor; yedi yavrunun
bitip tükenmeyen açlık seslenişlerine durmadan yiyecek taşıyarak karşılık
veriyor.
Yavrular büyüdükçe
yalıçapkını babanın suya dalışı, balık avlayışı günde yedi yüz kez oluyor. Yedi
yüz kez dalmanın yiyecek kovalamanın muhteşem telaşı öyle bir ahenk içinde ve
şaşmazlıkla tekrarlanıyor ki, biz insanların bile pes edeceği bir noktaya
geliyor.
Ama bizim çapkın;
yalıçapkını pes etmiyor. Bir mevsimde dişi kuş; yani anne üç kez kuluçkaya
yatıyor. Üç kez, yaklaşık yedişer yavrudan yirmi bir yavru büyütüyorlar.
Büyütme görevi babanın…
Çapkınlığın
karşılığı, sorumluluğu üstlenmenin muazzam gösterisi böyle olmalı… Ama bir
başka gösteriye daha tanıklık ediyoruz çapkın babanın bitip tükenmeyen
dalışları, yiyecek taşımaları sırasında.
Yavrular uçacak hale
gelir gelmez, baba onları dışarı davet ediyor. Suyun hemen üzerinde tüneğinde
karşılıyor bedavadan yaşayan yavrularını. Onların gözü önünde suya dalıp balık
yakalıyor. Yavru her zamanki gibi babasına ağzını açıyor balık versin diye. O
çapkın, o marifetli baba bu sefer vermiyor. Balığı bir güzel midesine
indiriyor. Bu hareketi defalarca yapıyor.
Laf aramızda dostlar;
yalıçapkını o çapkın kuş, yavrusunun ayakları üzerinde durmasını ona balık
vererek değil, balık tutarak öğretiyor. Yaşamın en güzel anı başlıyor
yalıçapkınları için. Bir süre haylazlık, sonra su kıyısında bir yalıya; Kendi
yaptıkları güzel bir yuvaya yerleşmek ve ondan sonra çapkınlığın o muazzam
sorumluluğu için uçuş ve dalış tekrarları…
Baba olmak zor şey ve
bir o kadar onurlu bir şey. Yavrularını, sezgilerine, iradesine, görgülerine
teslim etmek; onu asalaklıktan kurtarıp, zahmetin, zanaatin, gerçek yaşamın
içine çıkartmak ise daha zor ve anlamlı; bir o kadar da esere benzer bir şey…
2 yorum:
Kuşları izleyerek, gözlemleyerek ne çok şey öğrenebileceğimizi düşünürüm hep ben de. Yazın yaylada balkona yapılan iki kuş yuvasının sahiplerinden nasıl da bilgilendik. Serçe ve kırlangıçlardı yuvanın sahipleri. Farklı zamanlarda yuvaları kullandılar.Baba hep yiyecek taşıyıcı idi.Zaman ayarında hiç şaşırmadılar. O küçücük yuvalara nasıl sığıyorlardı bilinmez.
Kuşlardan öğreneceğimiz çok şey var.
Tabiat öğretilerle dolu Makbule Hanım;canlı olmanın en üs basamağında oturan insan;öğreti zenginliği içinde yüzerken bile fakirlik çekiyor; hazin bir algı ve anlayış... Verdiğin örneğe teşekkür ederim..
Yorum Gönder