Fotoğraf;İnternet
ARDINDAN BAKTIĞIM ÇİNGENE KADIN
Oldukça soğuk bir
gün, karayel tam da şanına yakışanı yapıyor. Bu durumda ellerinizi soktuğunuz
ceplere oldukça saygı duyuluyor. Hele hele başıma taktığım kasketim, kulakları
örten ilavelerine ayrı bir minnet duydum.
Halk otobüsünü
bekleyen birkaç kişi arasına girdim. Pazar sabahı olması nedeniyle insanlar
güne karışmakta acele etmemişler. Birkaç telaşlı insan; gelip geçiyor ve de
daima sırtlarında bir kambur gibi çanta taşıyan öğrenciler…
Karşı kaldırımda çingene
bir kadın, dimdik yürüyor. Açık yeşil incecik örtüsü, onu üşümekten koruduğunu
sanmıyorum. Gri paltosu da öyle, eskimiş kahverengi çantası, alaca bir don,
şekli şamalı bozulmuş ayakkabıları kış şartlarına uygun görünmüyor olsa da, en
önemli şey; çingene kadın, dimdik ve telaşlı bir huzur içinde, sigarasını
tüttürerek yürüyor.
Çingene kadının
giyimi, ne kış şartlarına uygun, ne de modaya. Renklerin birbiriyle
alakasızlığı onun dik ve huzurlu yürüyüşünü bozmaktan öte, kendi güçlü modasını
duyurur gibi, insanlığa bir iyimserlik, bir alın teri, şöleni sunuyordu.
Muhtemelen günlük
işine; temizlik yapacağı apartmana gidiyordu, açık yeşil eşarbını bir aksesuar
gibi kullanmış, soğuğa, sokakların insansızlığa, politikanın kirlenmişliğine
aldırış etmeyen çingene kadın.
Onları
Romanlaştırdıkça daha onurlu, daha saygın olacaklarına inanan safdillerden
değilim. Onların saygınlığı, onların marifetleri, kendilerine has
özgünlüklerini görmemek; her topluluğun kusurlu insanlarının da olacağını
bilmemek ahmaklıktır.
Doğduğumdan beri
onları çingene olarak tanıdım. Sepet ören, ayakkabı boyayan, “eskici geldi “
yanık sesleriyle bağıran, kalay yapan, keman, klarnet, ritim sazları neredeyse
bebekliklerinde çalmaya başlayan; en ufak tınılara göbek kaldıran, neşeli
insanlar olarak bildim.
Benim bildiğim, benim
saygı duyup takdir ettiğim çingene kadın, dimdik ve huzurlu bir telaşla; ne
karayele, ne de donuk, tembel şehir insanının yalnızlığına aldırış ediyordu. O,
kendi kendine yetmeyi çoktan öğrenmiş. Alın terini, emeğin hakkını almayı. O yüzden,
dimdik ve o yüzden, sigarasını tüttüre tüttüre, ama birçok insanda olmayan
huzur içinde…
Kirlettiğimiz
kavramları yok sayıp, yeni kavramlarla daha gülünç düşmek yerine, kirlerimizi
temizlemeli, objektif bilgiden beslenerek, lanet gururun pençelerinden
kurtulmayı tercih ediyorum.
Diktatör Atatürk
kitabıyla gündeme gelen Celal Şengör ile röportaja giden gazeteciler
şaşkınlığını gizleyemiyor. Çünkü bilgi deryası içindeki koca adam, perdeleri
kapalı çalışıyor. Güzelim boğaz manzarasına karşın, perdeler kapalı. Merak eden
gazeteci soruyor;
“ Gündüz ışıkları açarak çalışıyorsunuz…
Bilgi deryası
içindeki profesör içimi titretecek bir cevap veriyor;
“ Ben böyle baykuş
gibi yaşıyorum işte, dışarıdaki rezilliği görmek istemiyorum. Boğaz ne hale geldi!”
Bir tarafta gününü
gün eden çingene kadın, o gün kazanacağı 50 TL ve tüttürdüğü sigara; yaşamın en
merkezinde. Bir tarafta, bilginin, görgünün merkezinde, ama kendi içine
kapanmış, yalnızlığını kalın perdelerle, kitaplarla paylaşan profesör…
Her şeyin bilgi, her
şeyin öğreti olmadığı da ortadadır. Toplumun yarısı, görgüsüzlüğe, bilgisizliğe
değil de, yaşam telaşına, yokluğa, yoksulluğa, kimsizliğe teslim edilirse;
olacağı budur; yaşarken yaşamaz hale gelen, bilgi ve öğretiler içinde boğulan insanlar…
Halbuki, öğretileri;
bilgiyi, zeka ve duygu değirmeninde işlemeden ve toplumun merkezinden, hatta
kenar mahallelerinden bile koparmamaktan yanayım; belki de, boğaza bakan bir
yalı, saray değil de, küçük bir viran ev, yaşam, yaşama ilamı, iteneği
verecektir bize; tıpkı hızlı, huzurlu ve dimdik işine giden çingene kadının,
modaya, renklere, bilinen gerçeklere meydan okuduğu gibi; tüttüre tüttüre
yaşam, her an bizi kendine davet edebilir…
4 yorum:
Yüzeysel bilgiler ve önyargılar ile kafası karışmış, aklı bulanmış üstelik içi boşaltılan kavramlarla hem kendine hem çevresine zarar veren insanları gördükçe… Çingenelerin o kendine has yaşam felsefesi ve özgün tarzları, genel geçer insan profilinin bütün ezberlerini bozuyor.. Öylesine tahammülsüzlüklerin girdabında ki insanlar… hatta bazen aynı saflarda (aynı ideolojide) oldukları halde bile birbirlerinin farklı düşüncesini öğrenmek, dilini anlamaya çalışmak; doğruyu, gerçeği olgularda aramak yerine, direk reddederek, dar ve katı bir reddediş ile aslında demokrasiyi savunurken demokrasiden ne denli uzaklaştıklarını, düşünce özgürlüğünü savunurken tam tersi davranışlarla kendileriyle çelişkide olduklarını görürüz.. Oysa biz Örn olarak verdiğin Prof. Şengör Hoca’nın Atatürk ve Cumhuriyet sevgisinin ne denli güçlü olduğunu O’nun yürüdüğü yollara ve içini dolduran hayat felsefesine, duruşuna bakarak zaten biliriz. Acaba ne demek istemiştir? Anlamak yerine, kıyametler koparmaya ne kadar meyilliyiz..
Tarihi ve olayları o günün şartlarında düşünüp değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken de toplum psikolojisini ve içine sosyal bilimi de katarak; ikiliklere yer vermeden, safları ayrıştırmak değil, tam tersine kenetlenmek gerek. Birbirimizi anlamaya çalışmalı, farklı veya yanlış olduğunu düşündüğümüz durumlarda dahi birbirimize değer vererek yanlışlığımızdan arınmayı bilmemiz gerek. Ve bunu yaparken de zarafeti hep muhafaza etmeliyiz. Çünkü düşman böylesine kapımıza dayanmışken, bizim her zamankinden daha çok birbirimizi anlamaya, birbirimizi sevmeye ve dayanışmaya ihtiyacımız var.
Hayatı irdeleyen, düşünürken, düşündüren… ve ardından bakarken sorguladığın ‘Çingenelere dair..’ bu anlamlı bakış adına teşekkür ederim Sevgili Güven. Yazını beğeni ile okudum. Dingin ve huzurla dolu güzel bir hafta seninle olsun.. Esenlikle…
Sevgili Esin,kuşkulardan,yetersizliklerden arınmış;akıl ve hisleri reddetmemiş insani bakışı büyük bir saygı içinde selamlıyorum. Gerçeğe,saf gerçeğe ancak bilginin,yüksek adalet duygumuz sayesinde gidebiliriz. Günlük, dün dündür, bugün bugündür politikalar, bu ülkenin içini oyduğu gibi, insanlığın da içini oyacağı kesindir. Hiçbir şekilde doğru olmayan,doğruluk kuleleri,ahlak kuleleri inşa ederken o inşaatın her türlü malzemesinden çalanların, büyük yıkımlar sonrası,kadere sığınmaları ise;korkunç bir maskaralık...
Şengör Hocam ironi yapmış elbet Esin. Sanırım kitabını okuyanlar bunu görecekler. Artık,düşüncenin insana akan tarafına tutunmalıyız; korkuları, tutuculukları bir yana itip yerküre üzerinde,gök-kubbe altında insanlara suç işleten nedenleri eksiksiz,gerçek tam bağımsız bilgi hürriyetiyle tartışmanın yüce erdemi;yüceliğin en güzeli...
Teşekkür ederim sevgili Esin.
Öncelikle yazının özgün içeriği için sizi kutluyorum. Esin Hanım'da son derece önemli tespitlerde bulunmuş, tamamına katılıyorum. Bu toplum ne zaman ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldu, ne zaman ki insan milliyetçiliğinin özünü kavramadan, ötekileştirici oldu... olan oldu!
Teşekkürler sevgili Güven!
Ben teşekkür ederim Mehmet Osman Bey. Bu kültür dünyasının inanılmaz imkanları içinde,daha doğruya,daha gerçekçiliğe, daha özgün hale ulaşmak adına;insan zihni,sürekli adalet,bilgi ile beslenmek istiyor; onlar,ruhumuza sızdıkça;aynaya bakmak daha huzurlu,yönümüzü,ufkumuzu tararken arınmışlığın şiirselliği saracaktır bedenlerimizi.
Yorum Gönder