Kafka Dergisi yayın hayatına yeni girdi. İki ayda bir...
Fotoğraf dergiden...
Kafka Dergisi Fotoğrafı
NEDEN KAFKA?
İnsanın kendi
özgünlüğünü bulması için Kafka demeyi, yerel basın tarihine armağan etmeyi borç
bilirim. Çünkü Kafka da özgünlüğün peşinde, genç yaşta ölmesine rağmen yazın
sanatına adanmış bir kalemin, neler yapabileceğinin en önemli kanıtlarından
birisidir.
Sanatçı içindeki
enerjinin en büyüğünü eserlerine adarken, aynı zamanda ait olduğu toplumunu,
toplumunu çevreleyen insanlığı da yok saymaz. Kafka, evrenin yıldızları kadar
geniş olan insan iç dünyasını, sözcüklerle, kendi özgün sanatçı kişiliğiyle
yeryüzüne çıkarmıştır.
Bugünün dünyası
büyük geçişler, gürültüler, değişimler yaşarken bile soluk almayı, yeşermeyi,
çıkış yolları aramayı düşünüyor, görüyorsa Kafka gibi yazarlara, filozoflara
borcumuz ve minnettarlığımız, o yüzdendir.
Unutmayalım ki Kafka
da bir insandı. Duyguları olan, zaafları, alt benliğine kazılmış olan, belki de
tüm yaşamına yön veren, kilerini tam olarak temizleyememişti. Genç yaşında
hastalıkla boğuşurken en yakın arkadaşına, tıpkı 2 bin yıl önce Latin Şair Vergilius’un
dediği gibi kitaplarının yakılmasını istedi. En yakın arkadaşı Max Brod’a
verilmişti bu görev. Max Brod, tüm insanlığa ait eserleri; Kafka’yı yakmadı…
Bugünün gençliği,
kendi folklorunu, tarihini, muhteşem insan zenginliğimizi anlamaya çalışırken,
batı edebiyatını, Kafkayı da anlamaya gayret etmeli. İnsanlığın, toplumsal
yürüyüşü, değişimi sadece savaşlarla kirlenmez. İnsanlık, ağır ağır çürür,
kokar, cinnet geçirir ama öyle bir parfüm sıkılır, öyle bir tütsü yakılır ki,
hiç kimse fark edemez… Bugün olduğu gibi; her taraf ölüm kokuyor…
Kafka tam yüz yıl
önce kapitalizme özgü yabancılaşmayı şu şekilde anlatıyor;
“ Kapitalizm,
içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya
giden bir bağımlılık sistemidir. Onda her şey basamaklandırılmış, demire
vurulmuştur. Kapitalizm, dünyanın ve insan ruhunun bir halidir.”
Kendi iç dünyasını
sorgularken, kendi gizemlerinde, derinliklerinde gezinirken, yaşamı anlamayı,
anlamlandırmayı hatırlatıyor. Yaşamın paha biçilmezliğinin yine insanın kendi
özgün iradesiyle anlam kazanacağını, aldatan varsa, aldanan da vardır,
düşüncesiyle insanın iç zenginliğini, korkusuzluğunu, gerektiği zaman bir tohum
gibi büzülerek, uygun mevsimi beklemesi gerektiğini de hatırlatıyor…
Belki de Rembrand
ünlü tablosu ‘Savurgan Oğul’un Dönüşü” eserinde Kafka’nın anlatmak istediği
şeyi, insanın kendi özgün seçimini yapmasını, yaşamın girdaplarından sıyrılıp,
cimrilik ile savurganlık arasındaki o mucizevî ince çizgiye davet ediyor bizi…
Sanata adanmış insanların
ekonomiyle, bütçeyle, yaşamın gider ve gelirleriyle işi olmaz mantığına hiç
katılmıyorum. Sanatçı, rüzgâra göre sörf yapabilir, iyi bir yelkenli kaptanı da
olabilir. Sanatının, inanmış olduğu insan kalabilme seçimini yine sanatıyla
çizer, boyar, şekillendirir, kayıt altına alır.
Bu ülkenin
yetiştirdiği, bu ülkenin girdapları, çelişkileriyle en iyi beslendiği
sanatçılardan birisi de Aziz Nesin’dir. Mizahı, büyük düşüncesi buzdağının
görünen yüzü gibidir. Cimriliği bilinir de, savurganlığa karşı en hakiki
önlemi; giderlerini kontrol altında tutması, üreticiliği bir türlü irdelemez.
Bu irdelemeyi kimler
yapacak? Kafka’nın akıl jimnastiğine, Nesin’in uyanış çağrılarına kara mizahla
seslenişine en büyük katkıyı tabi ki, Üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı,
soylu Medya, Sivil Kuruluşlar yapması gerekir.
Kafka, arkadaşı Max
Brod’a yazdığı mektupta, insanın güçsüzlüğü üzerine değil, onun ahlaki
kaynakları ve faydalı eylemleri üzerine duruyor;
“ Kendisine, özgü
bir şeyler taşıyan ve Dünyayı olduğu gibi almak gerekir” demek yerine, “ Dünya
nasıl isterse öyle olsun ben, insanların arzusuna uyarak vazgeçemeyeceğim bir
özgürlük sürdürdüm. Ne pahasına olursa olsun yazacağım.”
Bir küçük çocuğun,
iki büklüm yaşlı bir bedenin, çaresizliğini, güçsüzlüğünü, yanlışa giden
seçimlerini anlarım! Anlamadığım şeş, kıyamet gibi yağan bilgi
bombardımanlarından küçük kuyular, oluklar açarak su biriktirmeyip, susuzluğun
çatlamış dudakları, kavrulmuş yüzleri, şiş gözleri, çığlık atanların sonsuz
suçlamalarını; anlayamam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder