Kamera; Güven Galata-İstanbul
Etrafa yayılan tınılar,çello ile dans eden genç,
yaşam sahnesine katkı veren çocuklar ve kız;
taş yapının yüz binlerce kez tanıklığını yaptığı canlı
manzaraları...
EBEDİYEN BİR DAHA!
Böyle seslenir
acıları ruhunda ve bedeninde taşıyan Alman filozof; “ Evet, bir kere daha!
Ebediyen bir daha! “
Onu çok iyi tahlil
eden Stefen Zweig ebediyete adanmış, her devir hakikati arayanlara ışık tutacak
filozofu irdelemeye devam eder;
“ On yıllık acısının
sonunda, canlılığın en derin noktasına ulaşmıştır. Sinirleri yüzünden
paramparça olduğu, yıprandığı düşünülür, umutsuz bir depresyon içinde kötümser
bir kendini kurban ediş yüzünden perişan olduğu sanılır. O anda Nietzsche’nin
zihinsel tutumunda, o şimşek gibi aniden çıkan, gerçek anlamda yaratıcı,
dönüşlerden biri, onun zihinsel tarihini böylesine dramatik ve heyecan verici
hale getiren o kendini tanıma ve kendini kurtarmalardan biri gerçekleşir.
Aşağıda ona mezar kazan hastalığı bir hamlede tutup yukarı çeker ve onu kalbine
bastırır; tümüyle esrarengiz bir andır bu, eserin tam orta yerinde,
Nietzsche’nin hastalığını keşfettiği, hayatta olmasına hayret ettiği sırada, en
derin depresyon dönemlerinde, hayatın en acılı anlarında verimliliğinin azalmak
yerine arttığını, bu acıların, bu yoksullukların onun için ‘esasa’ hayatın o
kutsal, onun için tek kutsal esasına dahil olduğu içten bir inançla ilan ettiği
o şaşkınlık içinde gerçekleşir.”
Büyük uluslar,
şairlerine, filozoflarına, yazarlarına çok şeyler borçludur; insanlığın var
oluş ve bu var oluşu gerçek kılan yaşam faaliyetini, anlamlı bir tarife,
kararlı bir yürüyüşe öncülük yapan onlardır.
Alman Ulusu o yüzden
büyüktür; o yüzden yok oluş aşamasından, tekrar doğuş, yükseliş aşamasına
geçip, dünya halklarına ibretsel derecede örnek olacak, dahiler, çılgınlar
çıkartmıştır.
Nietzsche’de böyle
bir dahidir. En sıra dışı, en acılı ve yalnız zamanlarda bile, zihni ardık
bedenine acımamaya, acısını paylaşmamaya başladığı andan itibaren ilk kez
hayatını yeni bir görüş açısından, hastalığını daha derin bir anlam
penceresinden görür.
Tıpkı, Türk Ulusunun,
bu vatana gönül vermiş her bir vatandaşın yüzyıllardır destanlar, fıkralar,
ağıtlar ile aktardığı acılardan beslendiği ve onlarla yaşama kararı verdiği
gibi Nietzsche, en ağır durumda bile haykırışına, sözcüklerden meydana gelen o
büyük eserlere kalbindeki bütün sevgiyi, bilgiyi, mayalanmış sentezi
üflemiştir.
O artık hayatın
savunucusudur, hem de fanatik olarak; yaşamın, hakikatlerin biricik savunucusu…
İnsan var oluşunda her şeyi sevdiği için, acılarına da Zerdüşt gibi kahramanca
‘evet’ der.
Bir kere daha!
Ebediyen bir d aha! Diye bağırır. Sadece bir tanımadan ibaret olan şey bilgiye,
bilgi şükrana dönüşür. Hayatın bir alışkanlık değil, yenilenme olduğunu
hastalığına borçlu olduğunu bilir ve böyle açıklar;
“ Hayatı adeta yeni
keşfediyorum, tabii kendimi de”
Gezi bilinci de bu
şekilde doğdu. Dayatılan kısır yaşam biçimleri, saldırgan bir ekonomik
zenginlik, adına şehir denen kocaman köyleri, milyonlarca insanı bir araya
getirdi. Evrenin sıkışması gibi sıkıştılar ve iyice olgunlaştıktan sonra acıya-acılara
dayanıklı hale geldiler. Tıpkı o büyük Alman filozofu gibi, kadınıyla,
erkeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla haykırdılar gaz sıkan demir yığınlarına,
ruhları alınmış, dondurulmuş diğer canlara;
“ Bir kere daha! Ebediyen bir daha!” Kırmızılı genç kadın,
tazyikli suya, besili, güçlü bedenleriyle gaz sıkan kendi ulusuna gaz
sıkanlara, bu bilinçle, dimdik durdu. Ve ölüme yürüyen o genç çocuklar, gözleri
çıkan, başı yarılanlar; hiçbir pişmanlık duymadan, hakikatin o sevdalı
bilincine erişmişliği ile bir kez olsun pişmanlık duymadan, sunak taşına
yattılar; her bir damla kanın, aynı zamanda, tekrarlanan yaşamın değil, yeni
bir dönemin başlangıcı olduğunun bilincinde olarak…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder