Kamera; Güven Tekirdağ
İlyas Bey ile yürüyüşten henüz döndük;güneş,güne
eşlik ediyordu. Rüzgar, yaşamın su dolu buzlarını getirdi
haniden...
Ve bir şair seslendi; Sonsuzluk ve Bir Gün, diye...
Bir çocuk haykırdı şaire; Yabancı Her Yerde, diye...
Kelime satıl alan şair, bu kelimeleri ilk kez duyuyordu,
ve satın aldı...
Kamera; Güven Tekirdağ
Yağmurun, buzun şöleni; antik zamanların
hiç değişmeyen gösterisi; yaşam ile ölüm iç içe...
Sahneye Eleni çıkıyor, hüznü bile göksel heyecana
çeviren insan, zamanlar arası geçişe katkı sağlıyor.
Kamera; Güven Tekirdağ
Ve bir fısıltı;
"Neden çürüyüp gider insan.Sessizce...
İhtiras ve arzularla, ikiye bölünerek."
MOKU YEDİK
Seçimlere çok az
kaldı. Bu çalışmam yayına girdiğinde seçim sonuçları açıklanmış olacak.
Üzülenler, sevinenler ve “ biz adam olmayız” diyenler… Her taraf bayrak şöleni,
sloganlar birbirinden güzel. İyi ama bu ülke gerçeği tam kırk yıldır hep aynı;
işsizlik, belirsizlik; yağma Hasan’ın Böreği gibi yağmalanan devlet, millet
arazileri. Tekirdağ’dan İstanbul’a kadar denizi gören var mı; varsa beri gele.
Ya İstanbul’un o güzel boğazı; yalılar tarafından, yani soylu paşaların
yalıları tarafından işgal edilmiş durumda.
Şimdi seçimler
bitti, yüzlerce söz ve gülümseme, kendi kalıcı kültürünü oluşturacak mı? Bizim
belediye başkanlarımız, meclis üyelerimiz tıpkı uygar ülkelerde ki gibi, temiz,
bakımlı, planlı, mimari ve mühendisliğin zarif çalışmalarından yararlanacak mı;
göreceğiz… Her siyasetçinin yüzü gülüyor. Özellikle esnafla, işçiyle bol bol
fotoğraf çektirdiler; neden? Çünkü esnafın, yabancı oldukları halkın yanında ve
yakınında göründüklerinin ispatı için onlara fotoğraf lazım. Hani, yoksulun, esnafın,
işçinin, memurun, emeklinin yanında; kısacası halkın politikacısı olma
gösterisi.
Peki, ama bizler,
bizim şehrimizi yönetecek; çekip çevirecek veya tam manası ile bir kargaşa,
yağma cennetine veya cehennemine çevirecek bu insanları ne kadar tanıyoruz?
Oyumuz için gerçekten titiz davranıyoruz mu, yoksa dedemizden, babamızdan
gördüğümüz üzere, takım tutar gibi siyasetçi mi destekliyoruz?
Bu sözleri çok
duyduk; “ Vermeseydik! Seçmeseydik! Elimiz kırılsaydı!”
Hiç düşündünüz mü,
bu ülkenin aydınları niye öldürüldü diye? Ve onların gerçek ölüm sebepleri,
katilleri niye yakalanmadı; hiç düşündünüz mü? Elbette, şu an bizlerin
öncelikleri oldukça fazla; büyük tüketimlerin, büyük pişkinliklerin önceliği
çok daha fazla.
Temel, yıllarca ,
“hastayım” dese de kimse inanmamış. Sonunda temel ölmüş. Onun isteği üzerine
mezar taşına; “ Hastayim dedim hastayim dedim inanmadiniz, şimdi ne oldi?”
Birileri hep uyaran,
hatırlatan tarafta; birileri ise hep sömüren tarafta; ama hangi yolu
izleyeceğimizin farkına nasıl varacağız? Elbet bilgi, görgü ve sezgilerimizle!
Yoksa gerçekten de “boku yiyeceğiz.”
Hazır, gaitadan söz
etmişken, (bokun Latincesi) Çok güzel bir hikâyeyi anmadan geçemeyeceğim.
Tıp Fakültesinde ilk
kez kadavranın başına toplanan öğrenciler, merak içinde kadavrayı
inceliyorlarmış. Profesör dersine başlar ; “Tıpta iki şey doktorlar için
önemlidir, ilki insan vücudu ile ilgili, hiçbir şey iğrenç olmamalıdır.”
Örneğin der, parmağını cesedin kıçına sokar ve çıkartıp kendi ağzına götürür.
“ Hadi bakalım sizde
benim yaptığımı yapın.” Der. Öğrenciler şok içinde hepsi duraksar ama bakarlar
ki profesör oldukça ciddidir. İstemeye istemeye hepsi kadavranın kıçına
parmağını sokar ve çıkartıp kendi ağızlarına götürürler. Öğrencilerin hepsi
berbat bir hale gelmişken, profesör konuşmayı sürdürür; “ Bir tıp doktoru için
ikinci önemli nokta gözlemdir.” Der ve devam eder; “ Ben kadavranın kıçına orta
parmağımı soktum ama kendi ağzıma başparmağımı getirdim. Şimdi bir doktor için
dikkatin ne kadar önemli olduğunu öğrenmiş oldunuz.”
Değerli halkım, kendi
yaşamlarımız, çocuklarımız, şehrimiz, dağımız, ovamız, denizimiz, deremiz
yeterince önemli değil mi; yoksa boku yeme, işi bir kültür haline mi dönüşüyor
bu ülkede!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder