Kamera; Güven-İstanbul
BİR AVUÇ YAŞAM
Her şey bir avuç
yaşam için; uğraşlar, didinmeler, didişmeler, ölümler ve öldürmeler…
Kurnazlıklar, hilebazlıkla, yokluklar ve yok oluşlar; sadece bir avuç yaşam
için… İşin garibi, ölmezlik hastalığına yakalandığımız için, her ölüm, her yok
oluş, ardından kalıcı bir gurur içinde baktırıyor bizi. Sanki hiç
tükenmeyecekmiş-iz gibi…
Gün tatil günü;
Tekirdağ şehri sokakları, caddeleri sakinliğin, tenhalığın içinde; öğretmen
evine geldim. Bahçenin kuzeye bakan kısmı gölgelerin dondurucu rüzgârıyla
şenlenirken, güneye bakan kısım, güneyin sıcak güneşiyle ödüllendirilmişti. Boş
masa ve sandalye bana sunulan en güzel hediye gibi geldi. İçeri geçmektense
dışarıya, güneyin güneşiyle ısınmış tarafa oturdum. Bayram, çayın taze olduğunu
söyledi. Bir fincan çay ve güneşin bedenime dokunan ışınlarıyla ruhumun dans
etmesi başladı.
İç huzurun motorları
çalışmaya başladıysa, erişilmezliğin düşleri de ses vermeye başlar. Ve güneşin
aydınlatıp, gölgelerin soğuk olduğu sonbaharda, hiçliğin hastalığına kapılmadan
çalışan sessiz motorlarımın düşleriyle dinledim mızıka çalan kız çocuğunu.
Yanında uzun saçlı bir oğlan çocuğu flüt ile eşlik ediyordu; gözlerindeki
parıltılar, bütün çocuklar adına kazandıkları mutluluğun zaferini anlatıyordu.
Irkların, sınırların,
onurlu ve onursuz destanların hiç bitmediği, ağıtların hiç susmayacağı dünyada;
insanlığın evrenin bir parçası olduğunu ve evrenin çok kocaman olup herkese
yeteceğini haykırıyorlardı; mızıka çalan kız, flüt çalan erkek çocuğu ardında
koşturarak yürüyen diğer küçük çocuklar; sarı, siyah, beyaz diye bilinen el ele
tutuşmuş küçük şeyler…
Çay ve güneş yudum
yudum akıyordu bedenime. Güneşin güneyden, rüzgarın kuzeyden estiği vakitte
öğretmen evi bahçesi insan kalabalığı ile doldu. Bir siyasi partinin başkan
aday adayı ve üyelerine verdikleri sabah kahvaltısı bitmiş dışarıdaki güneşin
ışınları altında birbiriyle son kulisler yapılıyordu.
Günün güneş ve
bedenimle olan iç huzurun sessiz motor seslerini dinlemeyi bırakıp, siyasi partinin
kalabalık topluluğunun birbiriyle olan ilişkilerine odaklandım. Siyasetin
erdeminde olan sırıtmalar, ne kadar uğraşsalar da gülmeye dönüşmüyordu.
Kimilerinin geri planda kalması, kimilerine verilen samimi işaretler daha bir
mutlu görünmelerine neden oluyorken, kuzey rüzgarına kapılmış, soğuktan donmuş
gibi donuk bakanlarda vardı; çünkü siyaset her an sürprizleri, kayırmaları,
kanmaları ve aldanmaları da torbasında taşır; övülürken yere batıyor olabilir,
batıyorken büyük talih kuşu başınıza kocaman bir şey bırakabilir…
Siyasi partinin
üyeleri ve aday adayı gürültüleri arasından sıyrılıp kendi huzurlu yalnızlığına
döndüm. Sırıtmanın mecbur olmadığı, davet edilip, edilmeme, öne çıkıp çıkmama
korkusunun yaşanmadığı masamın üzerinde bulunan derginin içinde bulunan yazar
ve şairlerin büyük döngü içinde insan aklının evreni sorgulayan, evrenin içinde
dans eden arayışlarına yakın olmanın mutluluğunu; bir havuç yaşamın henüz
elimden kaçmamış olduğunu bilerek sessizce ama büyük çığlıklar atarak
haykırdım;
Ey yaşam; yaşam
hakkını elimde tutmamın bilincine sahip olduğum için, bir tarafta kuzey rüzgarı
dondururken, bir tarafta güney ışıkları ısıtıyor; soğuk ile sıcağın arasındaki
ılıklığı bana gösterdiğin için minnet ile selamlıyorum; bir havuç suyu yüzüme
her vuruşta duyduğum minneti; bir avuç yaşama bırakıyorum…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder