3 Kasım 2012 Cumartesi

KUM SAATİ


Beynimin odacıklarına biriken kum tanelerinden
bir avuç aldım. Kum saatinin içine koyup,
ters çevirdim. İşte yine yaşamın içinde ve
yaşama akan nehrin sesini dinliyorum.
Nehrin kıyısındaki ılgın ağaçları haylaz
rüzgarın oyun isteğine çoktan tamam
demişler. Bir su yılanı ürkek ve aç, ama 
saldırgan değil yüksek zenginlikler adına.
Gelincik çiçeği kelebeğin ömrü ile 
kıyasladığı uzun ömrünün kırımızı
türküsünü söylüyor. Bir kuş havalanıyor
yaşlı karaağacın en üst dalından. Küçük
bir tüy düşüyor yere, dans ede ede. 
Ve ben ,yaşamın içinde, yaşamın ta
kendisiyim, her insanın ait olduğu canı,
can katarak, canlara adanmış olarak
yaşatıyorum. 

Kamera; Güven Yeniköy-İstanbul

Ezan sesi duyuluyor az ötedeki caminin minaresinden.
Hemen yakınında ki kilisenin çan sesleri çağrı
zamanını bekliyor. Hepsinin anlattığı ve vaat ettiği
sözler hep aynı; BÜYÜK ÖDÜL.
En büyük ödül insan, insanın kendisi ve uçsuz bucaksız
evrenin hayat dolu gezegeni. İnsan küçük ömrünü
sonsuzluğa emanet adına, yaman iç kavgalara
teslim eder. İnanmak ve inanmak ile geçen ömrüne
büyük kayıplar verdirir de, anlayamaz zamanın
son sesini, muhteşem melodisini.

KUM SAATİ

  Kum saati eski bir zaman ölçerdir. Zamanı ölçmeye, anlamaya yarayan bir alettir. Kum saatinin iki küçük küresi arasındaki kumların dar bir boğazdan geçip ağır ağır akması yaşamı, bize sunulmuş muhteşem yaşamımızı hatırlatır bana.

  Genelleme yaparsak insan yaşamı ülkeden ülkeye değişse de ülkemizdeki yaşam ortalaması 65 yaştır. Almanya’da 78 yaş. Yaşam içindeki ölüm yaş ortalaması böyledir ama size hazırlanmış ve sizin kum saatinizin ne kadar dolu ve ne kadar hızlı veya yavaş boşaldığını bilemezsiniz. Hiç kimse bilemez! Doğar doğmaz bizim adımıza da kum saatinin diğer odacığındaki kumlar boş olana akmaya başlar. Boş olan doluyorken, dolu olan da boşalır.

  Ülke ölüm yaş ortalamalarını bir kenara bırakalım. Çünkü bunun alt sınırı nedir, bizim kum saatimiz ne zaman duracak bilemeyiz. Biz akam kumların billur gibi aşağı süzülürken kendi beynimizdeki kum saatini yaşam denen en büyük sanat içinde birkaç kez, hatta daha fazla altüst edip, kum denen anıların, hatıraların akışını izleyelim.

  İnsan beyni paha biçilemez bir aygıt gibidir. Depolar ve hatırlar. Duyguların içinde gezinir. Öfkelenir, kızar, sevinir, sever… Âşık olur, nefret eder; ikisinin ortasını bulur; yalnızca sever ve sayar…

  Adına kader dediğimiz ve her insanın farklı akışa sahip olan yaşam kum saati henüz akıyorken, henüz bitmemişken beynimizde oluşturduğumuz diğer kum saatiyle oynamanın da çocuksu keyfini çıkartalım. Akışı istediğimiz gibi ayarlayabilir, istediğimiz zaman tersyüz çevirip tekrar tekrar akışı izleyebiliriz. Nasıl mı? Yaşam içindeki güzellikleri anlayarak! Anladığımız her olay, öğrendiğimiz her bilgi, dokunduğumuz her nesne, canlı bizim depomuzda birikecektir. Depomuz; yani beynimizdeki yazılımlar, bilgiler; anı ve hatıralar, deneyimler ne kadar çoksa, oyun oynayacağımız kum saatin akışı da o kadar uzun ve heyecanlı olacaktır.

  Yapacağınız bir gezi, yaşayacağınız bir aşk, tadacağınız bir yiyecek, besleyeceğiniz bir hayvan, büyüteceğiniz bir çiçek, yazacağınız bir şiir veya hikâye, gülümseyeceğiniz anların çoğalması; kum saatine taşınan billur gibi kumların ta kendisidir aynı zamanda.

  Tabulaştırılmış yaşam biçimlerinden ürkmemeyi, onların üzerine gitmeyi kum saatinin muhteşem akışı hatırına gözden geçirmeliyiz. Kendisini besleyen, kendi beden ve ruhunu sağlıklı ve heyecanlı bir canlıya dönüştürmesi, düşmanı bile bu işten kârlı çıkarır.

  Kum saatinin beyinsel akışını başaran ve bunla oynayan yetişkin kılığında çocuk, kavgadan çok barıştan söz eder. Nefretten çok sevgiden, tüketmekten çok üretmekten, tutuculuktan çok değişimden söz eder.

  Haydı, kendi yaşamınızın kum saati henüz durmamış! Beyninizin odacıklarını doldurmaya ve her dolu odanın anılarını bir kum saati akışı içinde çevirip o anılar ile eğlenmeye başlayın. Billurlaşmış kumların sesini dinleyin. Bir su sesi, bir kuş, rüzgârın dokunduğu kavak ağacı, yoksa çam ağacı mı? Bir kadın sesi, ipek ten, gül kokulu beden dokunuşu; hepsi kum saati içinde billurlaşmış kumların akışında gizlidir. Sadece insan; insan denen canlı bunları ortaya çıkarta bilir.

  Kendi kum saatimi ters çevirdim. Onlarca billur kum adacığından bir avuç kumu alıp akmaya bıraktım. İmbikten akan şarap gibi, kızıl, kırmızı, beyaz, sarı renklerdeki şarabın damlaması gibi damlamaya başladı.

  Rüzgâr ılgın ağaçlarını sallıyor. Yumuşak dallı ılgın ağaçları birbirine daha da sokulup, sevişmenin, dokunuşların dadını çıkartıyorlar. Yuvasını yapmış bülbül, olanca bilgeliğiyle yüzyılların ötesinden ama hep bildik o şarkıyı; bülbülün türküsünü söylüyor. Meriç nehri ilkbaharın yağmurlarıyla yatağını doldurmuş, hiç bitmeyecekmiş gibi alabildiğine akıyor Ege’ye doğru.

  Bir kurt oluyor dağların en yüksek noktalarından. Bir çakal, kurtlardan nasiplenme telaşıyla ilerliyor sese doğru. Karga sürüsü, güneşli rüzgârın keyfini çıkartıyor; az önce biten yemek saatinden sonra şimdi de bol gürültülü sohbetin içine dalacaklar.

  Guguk kuşu her zamanki gibi utangaç ama duygulu ötüyor. Bir kartal toprağı delercesine bakıyor otlar içinde kayıp giden lezzetli avına.

  Yanık sesler, sevdiğine düzülen şarkılar söyleniyor cumbalı evlerin içinden. Kuyudan su çekiyor kınalı bir el. Karanfil kokan bir kadın ninni söyleyerek masum bir çocuğu uyutuyor. Domino oynuyor Kör Ali, her zamanki çatallı sesiyle gülerek. Yenilme numarasıyla pusular kuruyor acemi rakiplerine.

  İşte böyle dostlarım; kaderin kum saatinin ne kadar akacağını kimse bilemez. Ama beynimizdeki kum saatlerini doldurdukça boşaltır; boşalttıkça tekrar doldurma şansımız vardır. Bunu yapa bilen bir tek canlı var;
İNSAN… Yani sizsiniz…

 Güven Serin

 

  



Hiç yorum yok: