Kamera; Güven
Papatyalar, kavgalara,istilalara küsmüş olsalardı
çoktan yok olurlardı; çoktan...
AĞLAMAYI KESİP BAŞTAN BAŞLAMA ZAMANIDIR
Kim bilir hangi
kitapta ne zaman okudum bu yazıyı! Ve neden şimdi, şimdi karşıma çıkıp da bana
seslendi diye düşündüm ilk önce. Bir yazı başlığı olabilecek yüksek erdemli ve
kurtarıcı bir sesin seslenişi zannettim bu akıl dolu sözün, öze inen
zerreciklerini. Düşündüm de, meğerse tam da zamanında derinlerden çıkmış
yüzeye. İnsanoğlu, uyumayı, unutmayı ve büyük pişkinlikleri de sever;
unutmamanın, tarihi sürekli temiz tutup berrak aklın iradesiyle bakmanın da
uyanıklığını yaşayan azınlıklar ilahi bir takdir gibi hâla var bu dünyada.
Bu kadar övgüler,
övünmelerle yaşam süren bu güzel milletin bu kadar büyük ağlamalara gebe
kalacağını on yıl önce söyleselerdi kim inanırdı acaba? Şimdi, büyük sessizlik,
büyük karanlık pelerinlerle örtülen acılar, kayıplar bir bir çıkıyor ortaya.
Akıl elden gideli çok olmuş. Büyük tuhaflıklara teslim olmuşuz; her gün yerle
bir olan insanlık, hayatta kalanlar için büyük bir marifetmiş gibi seviniyoruz.
Biz şimdilik kuyruğu
kurtardık; bugünde bindiğimiz araç kaza yapmadı. Varsın ülkenin birçok yerinde
kazalar olsun. Onlar dikkatsiz, onlar kurallara uymayanlar, diyerek nasıl olsa
güzel bir teselli buluruz.
Bugünde terörün
patlayan bombaları bizim bölgemizi hedef seçmedi. Varsın seçmesin; nasıl olsa
seçtiği yerde bir sürü masum insan şehit, gazi olmaya alışmış, bunu kaderin
muhteşem bir kabul edişi gibi ede dursunlar ve bu edilmişlik içinde “ şehitler
ölmez” sloganları atsınlar; ama şehidin evindeki yas töreninde bir ölüm için
ağlanıyor; bir kayıp için…
Fikret kara günlerde
ümit içinde yazdığı şiirde şöyle sesleniyor, fakirliğe boyun eğmemiş erdemli
çocuklara;
“ Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder.
Bugün açız yine; lakin yarın, ümit ederim,
Sular biraz daha sakinleşir… Ne çare kader!
Hayır, sular ne kadar coşkun olsa giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur;
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta…”
Fikret’in açık
yürekliliği ile açlığımızı, bitirmişliğimiz, pes edişimiz, evlatlarımıza
haykıra bilecek miyiz? Hiç sanmam, yüksek gurura bin kez yenilmiş bu asil
millet, açlığını, kaybetmişliğin kandırılmışlığın yine saklayacaktır kendi
kendine. Bütün isyanları içinden ve gelişi güzel, çere etmeyen yerlerde yapıp
teslim olacaktır ümitsizliklerin göklerdeki kaderine.
Bireysel olarak kimin
yanına yaklaşsam büyük çoğunluğu geçinemediğinden, evdeki işsiz sayısının
çokluğundan, çocuklarının, kızlarının sigortasız ve on paraya
çalıştırıldığından şikâyet ediyor. İçleri ağlarken gözlerinden gözyaşı akmayan
büyük toplumum, ağlayışını büyük öfkelere, sararmış suratlara, pörsümüş
bedenlere zikrederek büyük bir kimya olayını da icat etmiş oluyor.
Matematiğin en
hakiki bilim olduğunu bilmeyen yoktur. Buna hiçbir yüksek iradeli Türk büyüğü
de karşı gelmez diye düşünüyorum. İstatistik de matematiğin erdemli sayılarıyla
insanlığa hizmet için var edilmiş. Kurumlar ülke insanlarının refahı, huzuru
için vardırlar. İnsanların refahı aynı zamanda ülkenin de gidişatının
yükselmesi anlamını taşır. İş yükselmekten açılmışken, yüksek kurumların alnı
açık uzmanları açlık sınırı ile fakirlik sınırı olan rakamları matematiğin
şaşmaz doğruluğu ile belirlemişler. Anlaşılan o ki, bugün asgari ücretle
yaşayan bütün insanların yan geliri yoksa aç oldukları en hakiki matematik
bilimi ile ispatlanmıştır. Yine büyük gururu olan ve sadece yalnızken ağlamayı
bir erdem sayan halkımın çok büyük kısmı da geliri üç bin liranın altında
kaldığı için fakirdirler.
Fakat yüce toplum
içinde, ayıp olmasın, soylu gururumuz ezilmesin diye aç ve fakir olduğumuzu
ağzımıza bile almayı büyük günah sayarken, bire bir sohbetlerde inanılmaz
feryatlar ve ağlamalar yürekleri dağlıyor. Ya yakın akraba, eş-dost; yardım ede
ede, onlar da bitmek üzere; yardım eden, yardım alacak duruma gelmiş.
Peki, ne yapacağız o
zaman? Dedelerimizin o sıcak ve taze kokan ekmekleri yok artık. Sütlerin yonca
ve arpa kokuları, dondurmaların, boza içeceklerini, peynirlerin, yoğurtların da o eski
tadı yok artık. Çünkü hiçbir şey doğanın saflığından yararlanılarak yapılmıyor.
Daha fazla ve daha fazla; büyük zengin olma hayali ile büyük fakirliğe demir
atmak üzereyiz.
Eğer yarınları
görmeyi şöyle bir kenara bırakıp, bugünleri bile huzurla yaşayamıyorsak,
insanların birbirine güvene azalmış doğru dürüst gülümsemeleri bile
duyamıyorsak, hızla borçlanıp bankaların demir yumrukları boğazımıza sarıldığı
soğuk parmakları duyuyorsak, ağlamayı bırakıp bir şeyler yapma zamanının geldiğini
gösteriyor.
Kralın çıplak
olduğunu her kez biliyor; çoktan da söylendi. Ama bu kral, o hikâyedeki kral
değil; bu krala, çıplak olduğunu bütün dünya söylese, utanmazlığı büyük erdem
saydığı belli ve en hakiki gerçektir.
Kendimize güvenmekten
başka hiçbir şey gelmez elimizden. Ve çevremize, insana büyük yaratıcı
tarafından bağışlanmış akla güvenip sorgulama ve yeniden başlamak zorundayız.
Seçimler çok yakın. Seçeceğimiz belediye başkanını, milletvekillerini
kesinlikle iyi tanımalıyız. Bu ülkenin milli birliğini, yüksek erdemini yok
etmek isteyen, bizleri daha 1950’li yıllarda Marshall Yardımlarına alıştıran
büyük Amerika’ya ve onu destekleyen siyasetçilere; her şeyin yeniden
başladığını göstermek zorundayız; yoksa her şey için çok geç olmak üzere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder