19 Eylül 2012 Çarşamba

FİKRET BE ÇOCUKLAR


Kamera; Güven Tevfik Fikret'in Evi-Aşiyan

Nar ağaçlarının arasında viran bir ev; kurtarılmayı 
bekliyor. 
Onarım çalışmaları yapılacaktı. Son halini bilemiyorum.


Kamera; Güven Aşiyan

Burası Fikret'in kuş yuvası dediği yer. Her insan,
insanlık yolunda içsel fırtınaları dizginlemek için
böyle kuytu köşeler arar. 
Aydınlığın yolcusu selam olsun san...


FİKRET BE ÇOCUKLAR!

  Bir sohbet sırasında Mustafa Kemal yanında bulunan gençlere bir soru yöneltti;

“Bu yurdun ve ulusun uygar dünya ulusları arasında ün ve onurla yaşayabilmesi gereken her şeyi düşünen ve bu uğurda yaşamını feda eden şair kimdir?”

 Gençlerden gelen cevaplar; “ Namık Kemal, Hamit, Ziya Gökalp” adlarını duyan Atatürk Rumeli ağzıyla aradığı cevabı kendisi verir;

“Fikret be çocuklar!... Fikret be çocuklar!... Fikret be çocuklar!...” Atatürk çıktığı yolculukta Fikret gibi aydınlığı kovalayan ve bu uğurda yaşamlarını feda eden insanların eserlerini önemli bulup başucundan ayırmamıştır. Atatürk’ün Tevfik Fikret’e büyük saygısı olduğu gibi büyük sevgi de beslediği bir gerçektir.

  Atatürk’ün ne insanı, ne de insanlığı aldatacak kişiliği vardır. İnanmış olduğu yolda en önemli sığındığı yardımcıları insan ve insanlık sevgisinin yanında hakiki vatan sevgisiyle kuşatılmış insanlar ve bilim dallarının, sanat dallarının tamamıdır. Sahtelikten yana değil gerçeklerden yana olduğu için bugün hâla taptaze Atatürk’tür.

  Atatürk Fikret hakkındaki düşüncelerini, onu tanımayan gençlere anlatımını şöyle devam ettirir;

 “ O bizden daha çok ilerisini görebilen bir insandı. Ne yazık ki ona yetişemedik. Biz onu mektep sıralarında okurduk. Ondaki heybet, vakur ahenk hiçbir şairimizde yoktur… Ancak onu iyi tanıyanlar ve tanıyacak olanlar, benim bir gün yapmak isteyeceklerimi kavrayabilirler! … O karanlıkta nur gören ve yurttaşlarını o nura götürmeye çalışan yegane şair ve yegane insandı…!”

  Mithat Cemal Kutay Fikret ile yaşadığı anısını büyük bir iç çekişle anlatıyor;

“ Rumelihisarı’ndan komşusu Abdülhak Şinasi Hisar Bey’e rica ettim, bir gün beni Aşiyan’a götürdü… Kapıyı bir hizmetli veya uşak değil bizzat kendisi, Fikret açtı. Büyük şairin huzurunda bu kadar kolay bulunmanın hayreti içinde kaldım… Bu heykel, bu atlet sanki muvakkaten bizim gibi giyinmişti. O kadar hürmetle oturuyordu ki, bu tevazuu karşısında bir kere daha şaşırdım. Fakat bir başka hayret mevzuu daha vardı; Bu pehlivan gibi vücuttan çıkan ses iri bir kayadan sızan suyun sesine benziyordu; çok güzeldi… Birden, bu ziyaretimden utandım; ona ne diye gelmiştim? Benim, Fikret’e gitmem ayıptı. Kimdim ki? Neydim ki? Aşiyan’dan çıktığım zaman hayretler içindeydim; sözleri resimdi. Çizgi darbeleri ve renk tufanıydı. Ölümüne kalbim bugün bir kere daha sızladığı büyük şair, sen manasız bir misafire o gün ne büyük bir sabırla tahammül etmiştin! “

  Fikret o günün çürümüş II. Abdülhamit yönetimi içinde bulunan ülkenin durumuna, insanların çaresizliğine karşın, büyük acılar çekmekteydi. 1898 yılı arkadaşlarından birine yazdığı mektupta o günü ve içinde bulunduğu ruh âlemini şöyle anlatıyordu;

“ … Koca bir dünya içinde yalnızım… En yakın arkadaşlarımın arasında sokağa çıplak çıkmış bir adam hissiyle titriyorum. Herkes hiç olmazsa üniformalarıyla ne mal olduklarını gizliyor; herkes zamanın gösterişli alçaklığına bürüne biliyor; herkes bu rezil ortamda nefes alabilme olanağına sahip… Üzüntümün derecesini düşünemezsin kardeşim! Kendimi taşlara çarpacağım geliyor; fakat hani benim samimi kanımla kirlenecek bir temiz taş?...”

  Ne hazindir ki bir başka büyük şair, M. Akif Ersoy Fikret’i anlayamamış, anlamak istemediği gibi hakaret derecesinde şiir yazmıştır. Akif bu şiirinde Fikret’e tarihin tanıklığını, büyük düşünürlerin de yanılgısını ispatlayan bir gerçeklik içinde sesleniyor;

“ Robert Kolej’in sanat dâhisi diye açıkça alay edilen bu ‘herif ‘ (!) bol para verilince kilisede hademelik etmekten bile çekinmez. Zaten, dinsiz mecnun’un tekidir. Üstelik çifte bayraklıdır ama onun üstüne gitmeye Hükümetin bile gücü yetmez! “

  Fikret büyük bir yanılgı içinde olan Akif’in bu hakareti karşısında iki yıl hiçbir şey demez. Sonra bir şiirle 14 Kasım 1914’te yazdığı Eski Çağlar Tarihine ek bir diye cevap; seksen dizelik bir şiir yazar. Akif gibi kırıcı ve ön yargılı değil, aklın insanı insan eden zarif sanatıyla seslenmiştir;

Bana anlatma o güzel dini/Bilirim bende senin bildiğini/ İnsanın böyle sapmaları var/ Putunu kendi yapar, kendi tapar/ Şimdi Cennete Cehenneme aldırmadan/ Süzerim evreni hayran hayran/ Merhamet, iyilik ve yurtseverlik, hakkaniyet/ Sonra bir şaire ‘Zangoç’ dememek/ Düşünüp işlemek ayinimidir/ Yaşamak dini benim dinimdir/ Müminim; varlığa imanım var/ Her kanat bir meleği açıklar/ Peygamberlere göstermem ilgi/ Bir örümcek getirir beni Hakka beni.

  İnsan evrenin parçası olan büyüleyici bir canlıdır. Sadece bedenen değil, ruhen de işlenmeye muhtaçtır. Besinleri iyi alamazsa, kul ve köleliğin emrinde en cilalı ve en gösterişli beyinler bile pas tutmaya başlar. Fikret pas tutacak bir insan değildi. Zincire vurulacak, dünyevi ürünler, nesnelerle kandırılacak bir insan da değildi. Yüce yaratıcının eserlerini, insan eseri olan aklı ve öğrenmeye olan açlığı ile geliştiriyor, sevginin var olabilmesi için ezber bozuyordu.

  Atatürk’ün gönlünde başköşeye oturan Fikret’in Yarın (Ferda) şiirini ezbere bilen Atatürk bu şiirden söz edildiği zaman kendi okuyordu. Fikret, Ferda şiirini gençliğe tüm zamanların gençlerine adamıştır. Sanırım bu zamanın yılgınlığını, perişanlığını ve büyük büyünün beynimize hükmedişini böyle yurtsever ve akılcı şairlerin, insanların eserlerine sığınarak atlatabiliriz:

Yarın senin; senin bu yenilik bu inkılâp…
Her şey senin değil mi ki zaten? … Sen ey gençlik!
Ey umudun güzel yüzü; işte aynan
Karşında; sabahın saf ve bulutsuz seması
Titreyen kucağını açmış bekliyor… Koş!
Ey hayatın neş’eyle gülen tanyeri, işte herkesin
Gözü sende; sen ki hayatın ümidisin
Alnında bir yeni yıldız, yok, bir güneş
Doğ ufuklara; önünde şu çileli mazi sönsün sürekli olarak.

Sönsün müebbedin o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı, inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Vatanın! …
Güven Serin








 








4 yorum:

gülsen VAROL dedi ki...

Bildiğim anıları ve de muhteşem kalemin sahibini, şiirlerini ve de şair kişiliğine yakıştıramadığım kişiliksiz davranışları ile saldırgan bir başka kişiyi, bir de senin kaleminde okudum sevgili Güven.. Ve senin deyiminle seni avuçlarım patlayıncaya kadar alkışladım.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Gülümsedim öğretmenin, sesli bir gülümseme;:)) alkışlayan ellerinize sağlık. Varlığınızın şerefine...

Esin Bozdemir dedi ki...

Çok güzel bir yazıydı sevgili Güven. Atatürk’ün gönlünde başköşeye oturan Fikret’e dair düşünceleri ve gençlere O'nu doğru anlatabilmek adına yapmış olduğu anekdotlara dair bu önemli paylaşımın için çok teşekkür ederim. İlgiyle okudum her satırı!.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Esmir, günaydın sana. Teşekkür ederim; daha yeni başladığım Fikret'i tanımaya. Lakin, biraz anlatabilmenin iç huzuruyla...