18 Mayıs 2011 Çarşamba

KURTULUŞA GİDEN YOL: 19 MAYIS

Kamera; Güven  Muratlı Tren İstasyonu
Küçük taş bir mekan... Gidenleri, gelenleri
hoşgeldinlerle uğurluyor ve karşılıyor...
Savaş,zorunlu olmadıkça bir cinayettir,
demiş Mustafa Kemal.
Bir başka filozof,yazar; "savaşın
kendisine savaş açmalıyız." der...
Savaşarak ilerleseydi insanlık; bugün savaşlar
olur muydu acaba?
Hillebazlığın dört yüz çeşidi olur da,
savaşların olmaz mı? Şimdi, yarın; sürekli
kılık değiştiren soylu efendiler ile kendi
soylu savaşımızı vereceğiz...

KURTULUŞA GİDEN YOL; 19 MAYIS



 Tarih, kapkaranlık odada bekleyen milyonlarca kitap gibidir. Bize düşen görev; ışığı yakıp elimize alacağımız bir kitabı taraf olduğumuz taraftan; tarafsız gözlerle okumaya başlamaktır. İnsan kendi tarihini bilmiyorsa; tarih dediğin birkaç savaşın övünçlü ganimetleri olarak anıyorsa; tarihe en büyük ayıbı yapmış olur. Tarih, bize konuşma, aynı zamanda konuşmama; utanma ve övünmeyi layıkıyla öğretir.

 Kazandığımız bilmem kaç milyon kilometrekare övünç kaynağı mıdır acaba? Yoksa kaybettiğimiz bilmem kaç kilometrekare toprak mı düşün kaynağı olabilir! Tarih, övünçleri ve ayıpları mükemmel bir denge içinde ortaya çıkarır. Düşünmeye zorlar düşünmeyi unutmuş beyin hücrelerimize.

 Tarih, aynı zamanda övgü ve yergilerle gündemden düşürmediğimiz büyük; çok büyük insanları da insanlığa giden yolda irdeleyip hak ettikleri veya hak etmedikleri yere koymamızı sağlar. Tarih, aynı zamanda insan denen zavallı canlının hırçınlıklarını, yalanlarını, soysuzluklarını da tabiatın, felsefenin yardımı ile tertemiz hale getirir. Çünkü geçmişin soylu hatırı; bugünü ve geleceği daha iyi düzenleyebilir…

 Daha bir yüzyıl bile olmadı kurtuluşa giden yoldaki yaşanmışlıkların tarihe emanet oluşu. Bir yüzyıla yakın bir süre önce 600 yıllık kocaman bir imparatorluk çöküyordu. Çöküntü sadece kendi içinde olsa iyi; aynı zamanda üzerimize çöken başka milletlerin ağılığı; İngilizler, Yunanlılar, Fransızlar, Ruslar… Ağırlık; milyonlarca kilometreye yayılmış imparatorluğu 1 milyon kilometrenin altına düşürmüş; şimdi buda yok edilecekti.

Muhteşem hazineleri, uygarlıkları bağrında taşıyan Anadolu, Trakya kâğıt üzerinde de servis edilmişti. Ve yemeğe uzanan eller; İstanbul’daydı, İzmir’deydi, Gaziantep’teydi.

Tarihin ışığı göz kamaştırmadığı gibi insanı sarhoş da etmez. Yıl 1919 ve Mayıs günü bir Mustafa Kemal yeni bir başlangıca; son toprak parçasında yaşayan Türkiye’nin miladını oluşturmaya Samsun’a gidiyor.

 Falih Rıfkı Atay, o günleri şöyle anlatıyor: “ Yurtsever Osmanlı aydınları arayış içindedir. Ne yapsak da milli bir uyanış hareketine dönüştürebiliriz! Esat Paşanın evinde toplanmışlar dertleşiyorlar. Aralarında Prof. Akçura oğlu Yusuf ve Ferit(Tek) Beyler de var. Hepsinin birleştiği nokta İstanbul düşman baskısı altındadır. Çıkar yol Anadolu’yu hazırlamaktır. Fakat kim yapabilir bunu? Kimi göndermeli Anadolu’ya? Rafet Bey(Bele) Jandarma Komutanı, Gazze savaşlarında tanınmıştır. Bir defa da ona danışalım, diye karar vermişler. Kendisini toplantıya çağırıp fikrini almak istemişler. Rafet Bey:

- Siz düşünün, ben de aradığınız adamın kim olabileceğini araştırayım, gelecek defa görüşürüz, der.

Ertesi toplantıda sormuş:

—Kimi tasarladınız?

—Rauf Bey’e (Orbay) ne dersiniz?

—Yüzde elli bulmuşsunuz, Bende bir yüzde yüz var, bizi kurtarır ama sonra biz ondan nasıl kurtulabiliriz, bilmem.

—Canım gâvura kalmaktansa ona kalırız.

- Mustafa Kemal, der.

 İttihatçıların daha Selanik’te iken vurdukları damga üstündedir: “Haris” dir, hiçbir rütbe ve makama doymaz… İnsanca yaşamayı, eğlenmeyi ve içmeyi sevdiği için o devir anlayışına göre “Sefih” dir. Ve durmadan tenkit ettiği ve İttihatçıların tutumunu beğenmediği için “ uzlaşılmaz bir adamdır.

 Samsun yolculuğu bu tartışmalardan, kuşkulardan sonra bu milletin kaderine bir lütuf gibi sunuldu. İşte tarih bu yüzden gereklidir; matematik, fizik, biyoloji, tıp, felsefe, kimya kadar gereklidir… Tarihin, övgülere ihtiyacı olmadığı gibi nefrete de ihtiyacı yoktur. Tarih, damgalanmaları da, zevk ve eğlenceyi de, vatan sevgisini de, ucuz bir kişiliğe sahip olup da en ufak bir yel esintisinde yok alabilecek çınar görünümündeki çürümüş insanları da saygı ile yerli yerine koyar.

Samsun, Erzurum, Sivas ve Ankara, İstanbul görülmemiş bir kader savaşını var olmakla olmamayı yaşıyordu. Ülke insanının duyguları altüst olmuş; artık dayanacak takat kalmamıştı.

 Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde cebinde 1200 TL’si kalmıştı. O da müfettişlik için verilen 20 bin liradan kalan paradandı. Yıllarca süren savaşlar yüzünden ülke perişandı. Kırklareli’nden gelen rapor: “Balkan Savaşı bölgeyi çok sarsmıştır. Eşraf çekingendir. Fedakârlık beklenemez.”

Keşan’daki 60.Tümen’in raporu: “ Yerli halk teşkilatsız, duygusuz, kaygısız ve silahsızdır. Teşkilatı isteyen yok. Ellerindeki silahları Rumlara satanlar bile var.”

 İpsala Müftüsü: “ Cihadı imam ilan edebilir! Sultanımız serbest değildir. Cihadı kimse ilan edemez.” Bolu ve Gerede de Kör İmam, Biga’da Gâvur Hoca, Düzce’de Ahmet Hoca ve daha bir sürü çete ile baş edecek bir adam; Mustafa Kemal…

 Kendi tarihini bilen insan, tarih içindeki tüm acıları, katliamları, düzenbazlıkları da öğrenir ve tarihini sadece övgüler ile süslemeyip bilgiye, vicdana dayalı öğretiler ile de örmeye başlar… Bu örgü. aynı zamanda diğer milletlerin de tarihini anlamaya, insanı insanlığa yaklaştırmaya başlatır…

GÜVEN

2 yorum:

Mehpare Öğüt Şengüll dedi ki...

Güven Bey,,,
Bu güzel paylaşım için yürekten teşekkürler ediyorum. Bir millet tarihini bilmedikçe, yok olmaya mahkumdur ve nitekim bugün tv ekranlarında spikerlerin milli bayramlarımız hangileridir sorusuna verilen karşılık kurban ve ramazan bayramı olunca, gerçekten de çok üzülüyorum ve geleceği, hele hele de tarihini ve bir milli bayramını dahi bilmeyen bu gençlere ülkeyi, geleceğimizi nasıl teslim edeceğiz doğrusu şaşkınlık ve merak içerisindeyim. Tarih demek, sadece o döneme ait yaşanmışlıkları anlatmak için değildir. Geçmişle gelecek arasında bir bağ yaratmak, kuşaklara aktarmak içindir ve tüm yaşanmışlıklar içerisinde kendi adımıza paylar çıkartmamızı sağlayan bir alandır. Bilmiyorum aklımdan geçenleri ne kadar yansıtabildim ama, sizin söylediklerinizle aynı şeyleri paylaşıyorum ve geçmişimizi unutmamak için tarih bilincinin herkese aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkürler ediyorum..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Mehpare. İnsanı insan yapan tarihe;tarihin içinden süzülüp gelen bir sevgili gibi bizi kucaklayan bayramlara SELAM OLSUN...

İçinden geçenleri çok güzel yansıtmışsın;teşekkür ediyorum... Karanlık bir odaya girip,sadece ışığı yakmak gerekir; bizi bekleyen muhteşem tarihin izlerini, kokusunu taşıyan kitaplara... Bir de bazılarımızın çevresinde canlı tarihler vardır; soylu çınarlar; onlara da kulak vermeli; vermeli ki boşluğun içinde boş bir tüy gibi oradan oraya savrulmayalım...

Saygılarımla...