Kamera; Güven Bozcaada
Bedenin istekleri sonsuza uzanmak ister. Ruh,sonlu
insan bedenine "dur ve çevrene bak" derse, sonsuzun
meraklısı insan, sonlu bedenin hemen yakınındaki
güzellikleri farkeder. Bir martı çığlığında, bir çocuk
seslenişinde, rüzgarın kuru çalıları sallayışında bile
insana akan bir şeyler vardır...
ŞAİRİN AŞKLARI
Ülkemizin gündemindeki kara mizah ve ölümcül olaylar öyle yığıldı ki aşk, sözcüğünü ağzıma alırken korkuyorum, düşünceye dalıyorum. Acaba ; “aşk” bu diyarı çoktan ter eğledi de sen; suskun ve güzel insanları rahatsız mı etmek istersin? Bu soruyu, bu çekinceyi yaşıyorum!
Aşklar masallarda, hikâyelerde olur, demeyin sakın! Aşk, evreni en samimi ve en acemi duygular ile kucaklayan her insanda olur. Ne erkek, ne kadın ayırt eder; aşkın soylu büyüsü. Neredeyse hayatının üçte birini hapishanede geçirmiş şairimiz Nazım Hikmet; şiirleri kadar, konuşulacak, anlatılacak aşkları da belki de bugünü görüp, aşksız zamanlara hediye etmiştir…
Genç Nazım’ın ilk zamanlarının “kara gözlü” sevgilisidir, aşkıdır Sabiha. Gözlerin siyah kadın/O kadar güzelsin ki, derken Nazım; dünya gözüyle daha çok güzelliğin büyüsünü yaşayıp, mısralara geçeceğinden habersizdi.
17 yaşında, boylu poslu bir gençtir Nazım, Azize’ye âşık oluğunda. Bir şair aşkı en güzel nasıl anlatır? Elbette mısraların, insan ömrünü, insan kıskacını delen güç ile. O da öyle yaptı ve Azizesi için; Bir ilahi gibi içten duyulur/Seven gönüllere aşina sesin, diyerek kim bilir kaç gece ve gün iç geçirdi?
Nazım Hikmet, olgunlaştıkça coşar, coştukça aç bir çocuk gibi güzel ve alımlı kadınlara koşar. Mısralardır yine en önem verdiği ve en içli zamanda sığındığı. Bu sefer Nazım’ın karşısına zarif, çekici bedeni ile Nüzhet Hanım çıkar. Nazım Nüzhet Hanım için;
Sen/Benim/Minare boyu çam gövdeme/Yumuşak beyaz/Bir kurt gibi girdin/Kemirdin. Nazım Hüzhet Hanım için Kurt, şiirini yazdığında yıl 1922’dir. Genç Türkiye Devleti Cumhuriyeti ilan etmek için gün sayıyordu. Ankara’da uykusuz geceler, inanılmaz heyecanlar vardır. Yeni bir Cumhuriyet, yeni bir devlet; esareti, savaşı, korkuları, yoksulluğu, karanlığı yenip, uygarlığın, aydınlığın, insanca yaşamanın özlemini çeken bir avuç insanın sevdaları da öyle yaşanıyordu.
Nazım için Nüzhet Hanım o kadar önemlidir ki Moskova’da öğrenciyken evliliğini Nüzhet Hanımla yaptı. Bu evlilik, Cumhuriyetin arifesinde olmuştu. 1924’yılında da son buldu. Türkiye Cumhuriyeti taptaze ve yenilikçi devrimleri ile inanılmaz bir mücadelenin yok ile var arasındaki insanüstü savaşını veriyordu. Usta şair Nazım Hikmet’te açık bıraktığı gönlünü, doğanın bonkör üretkenliği gibi şiirlere, aşklara koşuyordu.
Nüzhet Hanım Nazım ile boşanmalarına sağlık sebebini gösterse de, yakınlarına; “ Bir ‘dev’in arkasından koşamayacağım.” demiştir. Evet, dostlarım, insan sadece kasları, banka hesapları, verdiği korkular ile bir dev olamaz! Şiirleriyle de, nezaketiyle de, insanlığı ve aşklarıyla da bir dev olur insan! Nazım Hikmet gibi… Nazım Hikmet şiirinde;
“ O mavi gözlü bir devdi/Minnacık bir kadını sevdi/Kadının hayali minnacık bir evdi/ Bahçesinde ebruli/Hanımeli/Açan bir ev.”
Mavi Dev Şiiri, Nazım Hikmet’i sevenleri düşünce yönünden ikiye ayırdı. Bir gurup bu şiiri, eşi Nüzhet Hanım için yazdı derken, ikinci gurup da ikinci eşi Piraye Hanım için yazdı demiştir. Ama çoğunluk Nüzhet Hanım’a yazıldığına, ona adandığına inanmıştır.
Hatice Zekiye –Piraye Nazım’ın sevgilisi, aşkı, kadını tam tamına evlilikleri yirmi yıl sürmüştür. Piraye için çok şeyler yazıldı, çok şeyler okundu… Piraye, hanımefendiliğini, sessizliğe gömdüğü sevdayı 45 yıl sakladı. 1995 yılında yaşamın son adımını ölüme atarken bile bu geçmiş, bu sevda, ticari, öfke, kızgınlık, hesap sorma duyguları ile hiç kimselere bırakılmadı. Büyük sevda, büyük bir suskunlukla, yaşandı, görkemli bir şekilde tarihin derin kabul ediş yolculuğundan sağ-salim çıkıp, şiirlerin, sevdalıların, sanatçıların nazik, soylu ellerine teslim edildi.
Piraye, endamı ile Nazım’ı büyülemişti. Nazım, Piraye’ye bir ilaheye inandığı gibi, taptığı gibi tapmıştı. Büyük usta da büyük aşkını geçmişin temiz ve çıkarsız ellerine teslim etmiştir. Fakat şiirlere susamışlık kadar yeni aşklara da susayan Nazım; Piraye ile ayrılık arifesinde Bursa Cezaevinde hapis yatarken, Münevver Hanım’a âşık oldu.
Yorgun adam ırmağı, gölü, denizi hapishanede kendi hayalinde yaratmış ve Münevver Hanım ile bulduğu küçük yelkenliği özgürlüğe birkaç adım kala yakalamıştı.
1950 yılı, 12 Şubatı gösterirken Münevver Hanım’ın doğum günüdür. Nazım Hikmet, aşkı için, onun doğum günü anısına şöyle seslenecektir; “ Yapraklara dallara, yeşillere allara/Nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara.
Sonra, yıl 1954’ü gösterdiğinde, öldürülme korkusu ile sevdiği ülkesini terk ettiği Moskova’dan seslenecek; “ Yeditepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü.” diyecektir.
Nazım Çankırı Hapishanesinde kalırken, hapisten önce bir başka alımlı ve sanatçı bir kadın olan Semiha Berksoy ile de bir sevda yolculuğu yapmıştı. Nazım Hikmet Çankırı hapishanesinde kalırken, Semiha Hanım Nazım’ı ziyaret etmiştir. Bunun üzerine o dönemin valisi Nevzat Tandoğan, Semiha Hanımı çağırır ve sorar; “ Nazım Hikmet ile görüşmüşsünüz. O rezil adamı niçin gidip gördünüz?
-Onu seviyorum
Ne! O komünisti mi seviyorsun? O adi rezil adamı! …
Onu seviyorum, onu seviyorum, der Semiha Hanım.
İşte dostlarım sevgi, sevda böyle bir şeydir. Kimisi ömrü boyunca birkaç ömrü üst üste eklese, bir sevdayı tamamlayamaz, sevda nasıl bir şey, nasıl kokar, bir boşluğu nasıl doldurur; onu bile anlayamadan göçüp gider…
Büyüklük, ne kas yığınında, ne banka hesaplarında, ne de mafyalık da! Esas büyüklük, sevdalarını insan gibi yaşamakta!
Sevdanın, sevginin, emeğin, adaletin, hakkın savaşın vermiş büyük ustaya, yine onun bir şiiri ile selam ediyorum;
“ Yaşamak güzel şey be kardeşim.”
Güven
14 yorum:
yaşamak güzel şey..
harşeye rağmen güzel..
Her şeye rağmen... Katılıyorum. Yaşamı anlamlandırmak, yaşamı doldurmak; her şeye rağmen...
ödülünüz var sevgili güven saygılar ;)
Ödül veren dostlara teşekkürlerimi iletiyorum. Ama ne yazık ki her zaman ki gibi ben oyun bozanlık yapıp,kimseyi ödüllendirmiyorum:))
Saygılar
Teşekkürler Ayşegül
Merhaba sevgili Güven henüz yorumunu bile okumadan sayfana geldim.. seni facebooktan hatırlıyorum kapatmamdan kısa bir süre önce arkadaşlık teklifini onayladım diye hatırlıyorum.. Ama hafızamın oyunlarına yüz vermesem de yanılmış olabilirim ben seni blogcudan hatırlıyor gibiyim.. Eğer yanılmamışsam daha bir muhabbetle MERHABA.. :))
Aşka aşık insanlardır şairler genelde.. Ve gördüklerinden çok yarattıklarına aşık olup taparlar ..
Sayfanı beğendim.. geç kalışımı, kayıp olarak ve telafi edilmesi gerekli olarak düşünüyorum..
Merhabayın öğreticilere gönül vermiş öğretmen;merhabayın. Kendinizi evinizde gibi hissetmiş olmanız mutlu bir onur yaşattı bana.
Bu arada hafızanız da güçlü ve onun oyunlarına nazikçe kafa tutmanız hoş bir kahramanlık...
Saygı ile ; HOŞ GELDİNİZ diyorum size.
Nazım Hikmet'in şairliği kadar çok konuşulmuş sevdaları da.Onun o büyük şairliğimi aşklarını büyüttü yoksa aşkları mı şairliğini besledi bilinmez.Ama büyük aşk deyince aklıma sevdasının ardında sonuna kadar durmak,onu her zorluktan korumak ve gözetmek geliyor.Ustaya da ona bu güzel şiirleri yazdıran sevdalılarına selam olsun.
Selamlar Ruhgezgini. Sanırım büyük şairi sevdaları büyüttü.Sınırlarını bilen her nazik ve sanat dolu beden; aldığı her enerji için yaratıcıya,tabiata minnet duyguları ile şükreder...
Nazım; büyük usta bunu en iyi becermiş olanlardandır diye düşünüyorum... Her yaşanmışlığın bir onuru, bir değeri olmalı. Sıradan sevdaların gürültüleri, suçlamaları insan denen canlıya besin olur mu hiç? Elbette , sevdanın dik duruşu, bedenlerin asilliğidir, ustayı usta yapan değerlerden birisi de...
Merhaba,
blogunuzda hiç rastlamadım ve sanırım tarzınız değil ama ben yine de mim ledim sizi.Kabul ederseniz eğer,müthiş bir yazı yazacağınızdan hiç kuşkum yok.
teşekkürlerimle...
Merhaba Dalgaları Aşmak.Gerçekten de tahmininizde haklısınız; hiç tarzım değil... Fakat, sizin mimlemeniz,müthiş bir yazıdan söz etmeniz,nazik davetiniz; tebessüm etmeme neden oldu.
Yıllar önce yaşadığım anıları hatırladım nedense. Büyük ağaçların altına kurulan salıncaklar vardı. Genç kızların ve genç erkeklerin eğlendiği, salalndığı,belki de bu bir fırsattır diye düşünüp birkaç cümle konuşup hasret giderdiği zamanlar...
Salıncağa kim binerse, bir de sallayanı, ipi ; bir sağa, bir sola çeken vardı. Ama bir üçüncü kişi daha vardı. Elinde uzun bir sopa, salıncağa oturan,keyifle sallana kişey hafiften vurmaya başlardı. Her vuruşta; "söyle bakalım sevgilin kim?" diye soruyu tekrarlar. o zamanın gençleri sevgilinin bile ismini ağzına almakta kahramanlık gösteremez, mahcup bir masumiyet içinde gizlemeye çalışılırdı. Tabi ki bir sürü sopa inerdi bacaklarınıza. Söyleyene kadar...
Bendeniz diğer blog arkadaşlarımın birçok nazik davetini, hep nazik bir hoşgörü çocukluğu içinde kısacası çocukça kaçarak durumu kurtarmıştım! ...
Sanırım bu anınızla yine durumu kurtardınız :))
Öyle olsun bakalım :))
Yok, yok artık bir anı anlatmak farz olmuştur. :)) Çok yakında bende sevgili babam ile ilgili bir anımı "MİM" adına paylaşacağım:))
teşekkür ediyorum :)
Yorum Gönder