30 Kasım 2010 Salı

ZİNCİRLERİMİZİ KIRABİLİR MİYİZ ?

Kamera; Güven  
Boğaziçi Köprüsü ve Beylerbeyi Sarayı; muhteşem
boğaz; hiçbir etkiye kulak asmadan akıyor; güneyden,
kuzeye,kuzeyden güneye doğru...
Dostlar, bu muhteşem saray, Osmanlı uygarlığının
çökme zamanı, büyüklük, hâla ölmedik,ayaktayız;
diye kendini anlatmak istediği zamanların borçla
yapılmış eseri.
Günümüzden 150 yıl önce de gösterişin büyük çoğunluğu,
borçla yapılırdı. Günümüzden 300 yıl önce de, sanat,
ilim,tarih, felsefe konuşmak yerine, borçlanma
kurnazlıkları ile durumu idare etmeye
çalışırlardı.
Bu güzel soylu millete, cimrilik ile savurganlığın
arasıdaki harika ince çizgiyi anlatmadıkça,
Bu soylu güzel ulusa, maneviyatın, örtünmeden
pis günahlardan öte, sanat, ilim, felsefe, tarih,
matematik ile de gerçeğe kavuşacağını
anlatmadıkça; önce ayaklarımıza, sonra boynumuza,
sonra da burnumuza bağlanan soylu halkalardan,
zincirlerden sittin sene kurtulamayacağız...

ZİNCİRLERİMİZİ KIRABİLİR MİYİZ ?



 Kendisinde ulusal sevgiyi öldürmemiş, kendisinden başka ulusunu düşünen insanların şah şahlı görünen yaşamlarına rağmen; bedenlerimizde “zincirler” hissediyoruz. Eksik bir şeylerin, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu görüyoruz. Ah oldu, olacak, muhalefet partilerimiz güçlenip yeni bir şeyler söyleyip, yepyeni umutları yarınlardan bugüne getirecek diye bekleyen, beklerken ölüp giden binlerce insanımız oldu. Bedenlerimize yapışmış, geçirilmiş zincirler o kadar sağlam ve dayanıklı ki, bir türlü zincirleri kıramıyoruz. Sanıyorum, kırmak da istemiyoruz gibi…

 Muhalefetimizin bekçisi, yarınların iktidarı olabilecek partimizin lideri, Ana muhalefet partimizin başkanı Kılıçdaroğlu’nun Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarlarını ziyaret etmesine inanılmaz bir tepki gösteriyor. Belli ki tabanı kaymaya başlayan partisinin hiç olmasa tabanını ayakta tutayım telaşı var… Bu telaş niye? AKP’nin MHP’yi bitirme, eritme politikaları yüzünden elbet! MHP diğer muhalefet partimiz gibi oyları çantada keklik görüp vaziyeti idare etme politikalarını, yan gelip yatma beceriksizliklerini Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarlarını ziyaret ile örtmek istiyor.

 İktidara yürümek isteyen muhalefet partilerimizin bu kadar kısır, bu kadar dar ve sadece siyasi şov amaçlı günlük politikalar yapmaları; ne kadar eksik geniş görüşlülük ve amaç sahibi olduklarını da gösteriyor. Her iki sanatçıyı suçlarken, Yılmaz Güney’in öldürdüğü Hâkim’in mezarını da ziyaret etmeye çağırıyor. Bu çağrı, aynı zamanda sen benim ölüme saygı duyarsan, bende senin ölüne saygı dayarım mantığının kısır ve iğrenç teklifi değimlidir. Saygı, her ölümlüye yapılmalı ve gösterilmelidir. Adalet, her yaşayan insan için aynı olmalıdır…

 Muhalefet partileri onun mezarı daha önemli, bunun mezarı daha önemsizliği üzerine politika üretemezler. Üretiyorlarsa bilin ki ülke insanlarının, vatandaşlarının bedenlerini acıtan, inim inim inleten zincirlerini düşünmediklerinden kaynaklanıyordur.

 Günümüzden 2470 yıl önce yaşamış Eflatun’un “Mağara’dan Çıkış Öyküsü” vardır.

 Hikâyeleşmiş bir anlatım ile dile getirilen öyküsü, mağara girişine sırtı dönük duran ve zincire vurulmuş bir insandan söz etmektedir. Bu insanın gördükleri, mağaranın dışındakilerin mağaranın duvarına yansıyan gölgelerinden ibarettir. Bu, dünyada, şuuru açılmamış, yaşadığını sanan gerçeklerle temasa geçmeyen insanın sembolünü anlatır. Gölgelerden kendini kurtarmaya çalışan, zincirlere bağlı insanı bu şekilde anlatmak istemiş. Hikâyesinde bir başka insanı da zincirlerini kırmış ve mağaranın dışına çıkarak güneş ışığına kavuşmuş olarak anlatır.

 Burada sözünü ettiği zincirlerini kırmış, güneş ışığına kavuşmuş adam, gerçekleri fark etmiş, irdeleyen, uyanmış ve sürekli öğrenmek, öğretmek ile meşgul olan bir insan sembolüdür. O artık gölgeleri değil, eskiden gördüğü gölgelerin sahiplerini görmeye başlamıştır.

 Eflatun, “gölgeler” ve “gölgelerin sahipleri” sembolleriyle, uyanmanın nasıl bir şey olduğunu burada herkesin anlayabileceği bir şekilde izah etmiştir.

 Şimdi, şu anda, ülkemin insanlarının büyük bir çoğunluğunun sorunları var mı yok mudur? Bu gerçeği sesli ve korkmadan söyleye biliyor muyuz, söyleyemiyor muyuz? Gerçekleri örtmek için; ” mezarlarımızı” ve “sanatçılarımızı” sanatları ile değil de yerel söylemleri ile anıp ülke gündemini kendi günlük zevkimiz için kullanıyor muyuz, kullanmıyor muyuz? Esas mesele budur. Ne mezarlıkların ziyareti, ne sanatçıların sevabı, günahı; ülke işsizliğini, işçilerin korunmasızlığını, batan işadamlarımızı, icra dosyalarımızın taşmasını yok eder. Elbet, sanata adanmış sanatçıya saygı; ne mezarlıkta başlar, ne mezarlıkta biter… Asıl olan şudur ki muhalefet partilerimiz günlük sığı politikalar yerine amacı olan kalıcı ve onurlu politikalar üretmek zorunda. Soyut düşünceden, kısır kavgadan uzak; somut ve net projeler, teklifler, umutlar sunmalılar…

 Adaleti, sanatı, sporu, sevabı sadece kendisi için, kendi taraftarları için isteyenlerin sığ politikaları, politikasızlığımızı, yozlaşmamızı, küskünlüğümüzü daha da arttırdı. Yakından ve siyasi bir taraf tutmadan takip ettiğim muhalefetimizin sığ, siyasi manevraları işin başında olan AKP’ye inanılmaz nefes aldırışları, rahatlamalar yaratıyor. İşte bu rahatlamalar sayesinde unuttukları halkı; zincire vurulmuş, kendi gölgeleri ile uğraşan artık hasta olmuş on binlerce insanı; muhalefet partilerinin vicdanlı, hukuklu, adaletli politikaları hatırlatacaktır…

Güven

Hiç yorum yok: