23 Ekim 2024 Çarşamba

TRAKYA'DAKİ EGE: MÜREFTE

 

Kamera; Güven 



                                  TRAKYA’DAKİ EGE: MÜREFTE

  Uzak seyahatler yapma zamanınız, imkânınız yoksa yakın yerlere günübirlik yapacağınız ziyaretler-seyahatler can simidi gibi yetişir imdadınıza. Açık denizde tutunacak yer arayana uzatılan bir el gibidir; yaşamın kıymetli hatırına…

   Uzağı, çok uzağı gözleyen bilim insanları, sadece bizim galaksimizdeki yıldızları değil, uzak yıldızları, galaksileri bile gezleme imkânları içindeler. Aynı zamanda çok yakını, mikroskopla gözlemleyen bilim insanları için de kendi uğraşları, uzayın derinliklerindeki yıldız ve gezegenlere ulaşmak kadar heyecan vericidir.

   Öyleyse, büyük beklentileri, umutsuz çırpınışları yüceltmek, kovalamak, havanda su dövmek niye?

  Bu düşünceleri nazikçe bir kenara bırakıyorum. Bu Pazar ki yolculuğum, geçen hafta yaptığım yolculuğun tam ters istikamete; Şarköy Mürefte’ye oldu. Yürüyerek köy garajı olan yere gittim. Garaj demeye bin şahit ister… Her zaman yaptığım gibi, son anda yetişme telaşı yaşamadan, Şarköy minibüsünün kalkma vaktine yarım saat kala oradaydım.

   Şarköy minibüsü 9:30 da yola çıktı. Araçta iki orta yaşlı, iki yaşı epey ilerlemiş yolcunun yanında benimle birlikte beş yolcuyuz. Yolcuların tamamım Şarköy’den önceki yerlere gidiyorlardı. Kimi Gaziköy, kimisi Hoşköy, iki kişi de Mürefte’de indiler.

   Daha Kumbağ’dan çıkar çıkmaz bahar havası ve çam krallığı içindeyiz. Virajlı yollarda kendi aracıyla yola çıkmak yerine köy minibüsleriyle yolculuğu birkaç amaç ve duygu için tavsiye ediyorum.

   Ganoslar’ı araç kullanan birisi tadına vararak izleyemez. Yolcuysanız, dağların katmanlarını, vadilerle sarmaş dolaş hallerini, bin bir çeşit bitki ve ağaç sultanlığını bir parça anlamanız, içinize çekmeniz mümkündür.

   Geçtiğimiz ilk yerleşim yerlerinden birisi Yeniköy oldu. Masal diyarı olabilecek ama şimdi neredeyse insansız kalan Yeniköy çok sessizdi… Issızdı… Sonraki yerleşim yeri Uçmakdere oldu. Bir kıpırtı, bir ateş yanalı epey zaman oldu. Uçmakdere kendi kabuklarını büyük sabırla kırıp, yeryüzüne tekrar gelmenin, köy onurunu, turizmini yaşıyor ve yaşatmaya başladı…

  Üçüncü yerleşim yerine gelmeden önce minibüs deniz kıyısındaki yola ulaştı. Çıplak, kaygan ve sürekli taşların döküldüğü dağların çıplak ve bir o kadar Mars’a benzeyen denizin, dağların kıyıcığından ilerledik. Şarköy minibüslerinin 10 dakika mola verdiği yeri şoför hatırlattı; “ Sayın yolcular 10 dakika mola veriyoruz.”

  Yaşlı çınar ağaçlarının altında oturan 15–20 Gaziköy insanı, miraslarına sahip çıkan son kahramanlar gibi yorgundular. Zeytinlerini hasat ediyor, üzümlerini çoktan bitirmiş çalışkan insanlar; her gelen misafire, yabancıya bakıp selam verip selam alıyorlar.

   Araç Hoşköy’e doğru ilerlemeye devam etti. Bende denizin kıyısında kurulmuş balıkçı dalyanlarını saymaya devam ettim. Görünen o ki, dalyan balıkçılığı artmış, yeni yeni dalyanlar yapılmış, denizin süsleri niyetine…

    Mürefte’de minibüsten iner inmez denize doğru yürüdüm. Ege havası tamamıyla hâkim olduğu Mürefte de az da olsa üreten insanların getirdiği taze ürünler her yerde. Tezgâhlarda zeytin, zeytinyağı, sabunlar ve yörede yetişen her şey; tam bir harman şöleni var…

   Mürefte insanları işlerini bitirmiş, kıraathanelere gelmişlerdi. Kimi sohbet ederken birbiriyle, büyük çoğunluğu da oyun oynuyorlardı. Yüzlerdeki yorgunluk, sokaklarda, caddelerdeki duyulmayan çocuk seslerinin verdiği yalnızlığa benziyor, hüzün kokuyordu…

   Mürefte insanı da modaya uymuş, imkânı olan herkes, çocukları için Tekirdağ’dan bir daire alıp annelik, babalık görevlerini yapmışlardı. Yaşları ilerlemiş olanlar ise doğdukları yerleri bekliyorlardı. Hâlbuki burası Trakya’daki Ege’nin ta kendisi… Deniziyle, insanıyla, dağlardaki üzüm bağları, zeytin ağaçları ve dünyayı hiçbir zaman terk etmeyen mitolojik karakterleriyle burası Ege’nin nefesini soluyordu…

  Sahil boyu yürüdüm. Sıklıkla çay için aynı mekâna geri döndüm. Sonra, Mürefte’nin markası olmuş Kutman’lara ait müzeyi bir kez daha gezdim. İç turizmin kıpırtıları, gelen ziyaretçilerin bereketi; kasada duran Kutman personeline ödedikleri ücretlerden ve ellerinde satın aldıkları ürünlerle dolu çantalarından belliydi.

  Kutman ailesi büyük mücadele ettiği bellidir. Burası, müze ve üretim yeri derken, şimdi tarihi bir binayı daha kültürel, sosyal yaşamın içine davet etmişler. Tarihi mekâna girip etrafı gezdikten sonra bir kahve söyleyip, dışarıdaki denize, rüzgârın uğultularına ve ara sıra sahilden geçen insanların uçuşan saçlarına bakıp, çok az olan markalarımıza, Kutman kardeşlere sessizce teşekkür ettim…

Güven SERİN 

 

 

 

  






2 yorum:

Arzu sarıyer dedi ki...

Ne güzel, güzel şey gezmek ve tat almak.

GÜVEN SERİN dedi ki...

İnsan,diğer yarısını arıyorsa muhakkak seyahat kültürü içinde olması gerektiğine inandığımı ifade etmek isterim Arzu öğretmenim; selamlarımla..