HAVRAN
BÜYÜKDERELİ KARA HASAN
Yiğit lakabıyla anılır derler ya, Havranlı Kara Hasan’la daha yeni tanıştım. Bez bir çanta sol elinde, içinde yedi sekiz kilo zeytinyağı ve birkaç kilo zeytinyağı sabunu; “ Zeytinyağcı geldi” diye seslenen naif sesiyle girdi yaşlı çamların altında oturduğumuz çay bahçesine.
İlk hali gibi son hali de gözü tok insanlardan birisiydi. Buyur etmeden buyurmayacak olan, her üretici gibi bir parça nazik bir mahcubiyet içinde, dişlerini yaptıracağı nedeniyle ağzında tek bir dişi olmadan usulca sokuldu buyur ettiğimiz masaya.
Önce cigarasını çıkardı masaya. Misafir olduğunu unutup “ Merhaba-yın akadeş “ diyerek ikram etti içmediğimiz sigara paketinden. Çay teklifimizi nazikçe bir kenara bıraktı. Nelerin var dediğimizde masaya koyduğu bir ve iki kiloluk zeytinyağlarını tanıttı. Bir de beş kiloluk soğuk sıkım dediği diğer zeytin yağını tüccar kurnazlığı içinde değil, üretici samimiyeti içinde anlatı.
Dinledikçe Havranlı Hasan'ı; sonradan yaşını da öğrendik; daha elli dokuzunda olmasına rağmen, lakabını aldığı kara yüzündeki çocuk halde sadece çocuksu bir bakış değil, insanlığın temel kanunu olan şey; kendini evlatlarına adamış bir insan taşıyordu.
Çarçabuk saydı üç çocuğu olduğunu. Gezgin arıcı olduğunu, bal ve zeytinyağı konusunda ne bilgisi, hüneri varsa, hiç sakınmadan hepsini döküverdi yaşlı çamların altında bulunan masaya. Tıpkı kendi zeytinlerinden yağ ve sabuh haline getirdiği ürünlerini koyduğu gibi masaya bıraktı bildikleri, hiç gocunmadan, çekinmeden…
Dişlerinin tamamını çektirmiş. Yeni diş yaptırmak için anlaşma yapmış Balıkesirli dişçi ile. Dostları tavsiye etmiş. İyi de pazarlık yapmış, pazarlık yapmanın saf gülüşü; kara yüzünde sonbahar esintisi, kırlara yayılan güz kokuları gibiydi…
Yeni ürünü olan çiçek ballarını da satmış. Bunca emeğin, üç kişilik iş gücünün muhasebesini düşünmeden memnun… Kurmuş oldukları kooperatifin iyi iş çıkardığını, onlar için soğuk hava deposu yaptırdığını, sattığı ürünleri karşılığı çeklerini cebine koyduğunu, alın teriyle iş çıkaran mutlu insanların neşesi içinde anlattı.
Buradan Koru Dağlarına çam balı için gidecekler birkaç gün sonra. Balıkesir Havran Büyükdere Köyü’nün büyük çoğunluğunun arıcılık yaptığını Havran Büyükdereli Kara Hasan’dan öğrendim. Zeytinleri bu yıl pek verim vermemiş. Geçen yılın yarısını bile alamayacaklarını da Kara Hasan’ın sözlerinden öğrendik…
Masamıza oturduğundan itibaren esen samimiyet karşısında şaşırdım kaldım. Üretin insanların tokluğunu ne çabuk unutmuşum…
Onların, özgün gülümsemelerini, terlerinin kötü kokmadığı gibi; nektar, buğday, çavdar, çimen, toprak, kekik koktuğunu hepten unutmuş gitmişim…
Böyledir şehir-kent olmayan şehirde yaşayan insan halleri. Ne şehirli önceliği, özelliği ve özgünlüğü oluşur, ne de gelmiş olduğu köyün, kasabanın kokusu kalır geriye…
Nasıl derler: İki arada bir derede; kararsız, gururlu, komik bir gösteriş içerisinde, beton, çelik ve karbondioksit gazları içinde yaşayan insancıklar demeti; kokmayan, bulaşmayan, yörüngesinden ebediyen çıkmış bir gök taşı misali…
Havran Büyükdere Köyü’nden di Kara Hasan. Asıl işi öteden beri arıcılık ve zeytincilik; babasından-atalarından gördüğü gibi; cömert, göçebe, yerleşik, gezgin ve her şeyden önce; tabiat kokan bir kara yüz; içinde büsbütün unuttuğumuz, kaybettiğimiz insanlar vardı…
Güven SERİN
2 yorum:
Gün gelip Havran Büyükdereli Kara Hasan gibi saf, dürüst, çalışkan, tertemiz bir Anadolu insanı ile yollar kesişir. İnsana dair unutulmaya yüz tutmuş değerler sıra sıra gün ışığına çıkar. Tüm umutlar tazelenir. Gök kubbede baki kalan hoş bir sada bırakır:) Teşekkürler Güven Bey.
Çok sağ olun Zeugma,kıt hale gelen insanlar,güya uygarlık yepyeni buluşlar,teknolojilere kavuştu! Ne çok arıyoruz saf olanı,sade olanın yetmezliği bile yitiyor özüne yakın olunca insan denen canlının...
Yorum Gönder