internet
ÖLÜMÜN
KAÇINILMAZLIĞI
Neredeyse insanın
bütün öyküsü bu düşünce içine hapsolmuş durumdadır. Ondan kurtulamayacağını
anlayan insan çıkış yolunu inançlara sığınmakta buldu. Yakarışları her daim
gökyüzüne, ölümden sonraki yaşamın kurtuluşu üzerinedir…
Ölümün
kaçınılmazlığını cenaze törenlerinde görmek mümkündür. Gidene ağlayanlar,
ardından bayılanlar ve birkaç saat sonra, kaldığı için, ölümün teğet geçtiği
insanların kurnaz planları yine iş başındadır. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi,
bütün kargaşa olduğu gibi taptaze devam eder… Yüzüklerin Efendisinin yazarı;
J.R.R. Tolkien; insanların bütün hikâyesinin ölüm üzerine olduğunu anlatması,
bu konuda bizlerin önünü biraz daha açması, ölümün gaddarlığı ve eninde sonunda
çıkacağımız yolculuk adına hiçbir şeyi değiştirmiyor.
Belki de, çok
okumayıp, çok irdelemeyenlerin yolculuğu çok daha sade-basit, birkaç yakarışa
sıkışmış bir gönül rahatlığı içinde gerçekleşiyor. Bütün eksiklerin,
yanlışların, ayıpların, günahların, can sıkıcı durumların bağışlanacağına
inanmak; basitliğin hamuruyla yoğrulmuşlar için kâfidir…
J.R.R.Tolkien
ölümünden önce yapmış olduğu röportajında, bizlerin; yani insanların hatırı
sayılır dikkatlerini, bu dikkatleri canlı tutan şeyin ve tüm uzun hikâyelerin
karşılığı olan tek bir şey; Ölüm hakkındaki öykülere ulaşacağımızı
hatırlatıyor.
Felsefenin, edebi
dünyanın karşılığı olan şey; soru sormak? Ve cevap aramak? Bilimin elindeki en
hakiki gerçek… Soru soranların öncülüğü olan dünyada, ama korkunç bir suskunluk
içinde, soru soracak, cevap arayacak vaziyette olmayan milyarların içinde
yaşamak da ayrı bir alegori…
J.R.R. Tolkien
ölümün kaçınılmazlığını, gazetede okuduğu bir yazı ve o yazıda Simone de
Beauvoir’den yapılan bir alıntı üzerine daha netleştiriyor;
“ Geçen gün gazetede gördüğüm Simone de Beauvoir’den yapılan
alıntı bana göre her şeyi özetliyor. Şimdi onu okuyacağım sizlere; ‘Doğal
ölüm diye bir şey yoktur. İnsanın varlığı tüm dünyanın doğruluğunu sorgulanır
kıldığı için… İnsanın başına gelen hiçbir şey doğal değildir. Her insan ölür,
ama her biri için kendi ölümü bir kazadan ibarettir… Bunu bilse, bunu
kabullense bile, yersiz bir haykırılıktır başa gelen.’ Bu sözlere
katılıp katılmama size kalmış…”
Bir taraftan
insanlığın bilim yoluyla almış olduğu korkunç muhteşem yol ve yolculuk, bir
taraftan bize anlatılan insan soyunun beş veya on bin yılık olduğuna dair olan öyküler,
hikâyeler veya inançlar… Dünyanın yaşının 4,6 milyar yıl olduğunu düşünmek,
sorgulamak, bunun üzerine bir şeyler söylemek; ayrıcalıklı zekâların, bilgi
sahibi insanların işidir. Tıpkı, R.R.R. Tolkien gibi uçsuz bucaksız düşlerin
içine giren, Dante gibi katmanlar arasında; (Cehennem, Araf ve Cennet) gezinen,
Mevlana, Buda gibi insanı ağırlıksız bir yere; beden ve ruha davet eden
insanlar…
Bugün, geldiğimiz
noktada uçak mühendisliğini ve teknolojisini reddeden yoktur. Yaklaşık 750–900
yıl önce,(Haçlı Savaşları) her şeyi birbirine karıştıran büyük yanılgılar,
büyük günahlar ve günahkârlıklar ile birbiriyle çatışma halindeyken; Akdeniz ve
Ege; Avrupa kıt'asına geçmek isterken boğulan yüzlerce, binlerce insanın
mezarlığı haline geldi.
Kendi
topraklarında, doğdukları yerlerde huzur bulamayan milyonlarca insan; Orta Doğu
ve Afrika'nın insanları; batı dedikleri büyük “Deccal”a (!) koşup kurtulmanın
bin bir yolunu aramaktadırlar.
Bugün geldiğimiz
noktada ölümsüzlük ilacı-hapı bulunmuş olsa, ilk önce bu ilaca kimler koşardı?
Sanıyorum ki, öncelik filozofların ve bilim insanlarını olmazdı. En çok cenneti
satmak isteyen, pazarlamaya çalışan papazların ve dinin; dinlerin tüccarlığına
sığınanların koşacağını düşünüyorum… Oysa en az günahkâr ve en çok cenneti hak
eden onlardı ama dünyadan da ayrılmak istemeyenler onlar olması, oldukça garip
bir durum değil mi?
İnsanın
özelliklerine gelirsek; dünyada bulmuş olduğumuz yaşamın farkında lığına odaklanmak,
hüzünleri yaşarken, sevinç çığlıklarını, eğlenceleri de doya doya, sindire
sindire yaşayamayan insanların öyküsü, her daim buruk ve yarım; belki de “yalan
dünya” dedikleri yerde bir rüya kadar geçici oluyor…
Güven SERİN
5 yorum:
Ölüm olgusu kimini korkutur, kimi doğal karşılar. Mevlâna gibi sevgiliye kavuşma günü (vuslat) olduğunu düşünenler, hatta onun ölüm gecesini Şeb-i Aruz olarak niteleyenler...Ölümü ve kaçınılmaz son olduğunu sükut içinde bekleyen, teslimiyeti kabullenen "Bu kadar yeter artık, ölsem" diyen yaşlılar gördüm. Üstelik hiçbir sıkıntıları yokken, sırf 80 yaşını aştıkları için böyle düşünüyorlardı. Ölüm kadar geniş kapsamlı bir konu yok galiba. Sonsuz bir girdap gibi... Değindiğiniz noktaları ilgiyle okudum. Kaleminize sağlık Güven Bey.
Teşekkürler Zeugma;ölümü her hatırlayış,onun üzerine yapmış olduğumuz düşünce sörfleri,aynı zamanda yaşamı şenlendirme anlamı da taşıyor:)) Sağ olun...
işte insanın en büyük iki korkusu, ölüm ve yalnızlık.
Her daim var olan gerçekler;sanat,edebiyat bu yüzden doğmuş;düşler,korkularla mücadele etmeyi çok sever:))
Yorum Gönder