KANDİL IŞIĞINDA BİR BİLGE-EPİKTETOS
KANDİLİ
Bir gün Denizli’nin
Pamukkale’sini gezerken bir antikacıda bir kandil görür Şevket Süreyya Aydemir.
Satın alır; önsezisi onun da o kandilin ışığına, Ankara’nın Kayaş’ı onun
sığınma yeri; kandil ışığında aynı zamanda yüzleşme yeri olur.
Bir gün ona; “ Hayat
ve Hakikat Nedir?” sorusu sorulur bir öğrencisi-dostu tarafından. Şevket
Süreyya; “ Yaz Defterine” der; yaz ki sende tekrar et bu soruyu sorduklarında.
Hayyam’ın kendi
çevirisi olan rubaisini; bir dörtlük söyler;
“ Bu saklı esrarı ezeldir ki/Ne sen bilebilirsin ne ben/Ve
bu harfi muammayı ne sen okursun ne ben/Bu perdenin ardından bir ‘sen-ben’ gürültüsü
gelir/Ama ne vakit perde düşer, ne san kalırsın ne ben…”
1950’li yıllarda da
inanılmaz sancılar yaşanır. Kalkınırken, büyürken, nice insanın yok oluş yazgıları;
sessizce dönüşüverir; bir başka yaşam iksirine. Şevket Süreyya Aydemir’in
yazgısı da tam bu zamanlarda; bir kez daha yazgının sancılı, dışlanmasına,
yalnızlığa; kandilinin ışığına Kayaş’a yönelir…
Bu kandile bir de
isim vermiştir Şevket Süreyya. Epiktetos’un Kandili… Epiktotos’da Denizlili;
Yani o günkü ismiyle Hiyerapolisli… Bir köle olarak doğmuş olan filozofun tüm
yaşamı insanlığa miras gibidir. Üstelik hem köle, hem de topal…
Günümüzden;
neredeyse iki bin yıl önce! Epiktetos’un zalim bir efendisi vardır. Sırf
eğlence olsun diye kölesi olan Epiktetos’un ayağını kırar. Miladın 90.yılı
bütün filozoflarla birlikte Roma’dan kovulur. Yunanistan'a gelir. Nikbolu
kasabasını sığınma yeri olarak görür. Doksan yıllık ömür; Nikbolu’da
tamamlanacaktır.
Epiktetos; yalnız üç
şey edinmiştir dünya malı adına. Birisi, kandili, asası ve bir de su tası. Bu
üç şeyden başka bir şeyi yoktur. Bir gün; eliyle de su içebileceğine karar
verince su tasını da atar. Kandili ve asası hep yanındadır; yaşamının sonuna
kadar…
Şevket Süreyya’da
Kayaş’a sığındığında; işsiz kalmıştır. Nedensiz işinden kovulur; emekli
edilmeden. En sevdiği fotoğraf makinesini satar. Parasının tamamını karısına
bırakır ve Kayaş’a; toprağa; belki de suyu, toprağı ve güneşi; mucizevî olan
şeyi daha yakından görüp; insanlığın kurban olduğu trajedik; mülk ve güç
perişanlığına uzaktan bakar…
Epiktetos; kim bilir
neler dedi; aynı kaderi paylaşan; aralarında neredeyse 2 Bin yıllık yaş farkı
olan arkadaşı Şevket Süreyya’ya?
Belki de şu sözcükler
döküldü karanlığı perde perde aydınlatan kandilin şahitliğinde ki geceye;
“ Hayat, bir ziyafetten başka bir şey değildir. Yemek ne
kadar sürmüşse, ziyafet orada biter. Kolun bu sofrada nereye kadar uzanmışsa,
nasibin o kadardır. Bütün sofraya gelenleri değil, yalnız önüne uzatılan
tabaktan payını iste!
Hem bu payın için de
hoşgörülü ol. Senin yağını mı döktüler? Senin şarabını mı çaldılar? Kendi kendine
de ki; bunlar huzur’un pahasınadır.”
Bu sözleri arkadaşı
Epiktetos’un düşüncelerini anan Şevket Süreyya Aydemir; de kendi düşüncesini
söyler;
“ Senin savaş tutkun,
mal yapı, özgürlük tutkun yoktu ki… Sen, yalnızlığına gömülmüş insansın ve de hiçbir
şeysiz…”
Epiktetos, bırakmaz
peşini. O nereye giderse; bahçeye veya odasına; filozofun kaderi de, ruhu da
oradadır;
“ Yalnızlıktan korkma! Asıl korkulacak şey, korkunun kendisidir.
Düşün ki Tanrı da yalnızdır. Ama kendisinden hoşnuttur.
Kendine dön oğlum!
Kendine inan ve kendinden olanı ara…”
Güven Serin
8 yorum:
çok güzeldi buuuu :)
Kandil ve Bilge,sanki bugünkü medeniyete güzel bir tat;bunca gelişmeye,edinimlere,nesnelere bir denge:)) sevindim Deep
Ne güzel bir anlatı. Felsefeye İlk çağlardan itibaren ilgi duyulmuş. Hatta ilk adı da "bilgelik"miş zaten. "Bir lokma, bir hırka" felsefesi vardır bir de, dünyanın gelip geçicici olduğunu, mala mülke tamah edilmemesi gerektiğini benzer şekilde vurgular.
Bilgiyi özümseyip idrak etmek ve bir kandilin ışığında bilgece hayata geçirebilmek de çok güzel. Ellerinize sağlık...
Felsefe ve sanat;belki de hissiyatı geniş,derin ve uçsuz olan insanın kurtarıcısı;öteden beri,insan merdivenleri çıkmaya başladığından beri yaratmış ışığını,soluğunu anlam,kavram izlerini patikalara çevirerek ilerlemiş;her daim onu ileriye iten ruhsal kıpırtıların var olduğunu bilerek ve neşe,hüzün hamurunu yoğurarak...Teşekkürler Zeugma...
Çok güzel. Çok beğendim. Yalnızlıktan korkmamak gerek gerçekten. Ben mesela yalnızlığı çok severim. İnsanın huzur bulduğu zamanlarda olmalı.
Belki de insanın mayalanma halidir yalnızlık Beyda:)) Teşekkürler;bol üretimli yalnızlıklar...
Sitenizi yeni fark ettim ve hemen takibe aldım, benim siteye de beklerim, geniş kitleler oluşturmak daima güzeldir...Selam ve Dua ile...
Teşekkürler Furkan Yetek,hoş geldin;selamlar sana..
Yorum Gönder